29

520 35 0
                                    

Kafeden çıkıp yarım saat uzaklığındaki sahile geldiğimizde kalbim yılların veremediği o huzuru tam olarak şu an bedenime pompalıyordu. Ha birde yapışık aşıklar gibi Bulut'un elini tutmuştum. Gerçekten yapışık bir sevgili olduğumu düşüneceğinden tırsarak elimi hafifçe çekmeye çalıştım. Ama bu bir aptallıktı dostlarım. Bulut elimi çekmeme izin vermeyerek sorarcasına baktı.

"Ne oldu?"

"Hiiç." diyerek geçiştirici bir cevap verdim. Kaşlarını bir müddet çatılı halde beklettikten sonra bana döndü. Bir şey söyleyecek olduğu çok belliydi ama o tekrar önüne dönmeyi tercih etti.

"Balık ekmek yiyelim mi?"

Bu önerime sadece "olur" demekle yetindi. Biraz ilerideki balıkçıya yürürken ikimizde konuşmuyorduk. Bu ani soğukluk canımı sıksada bozuntuya vermedim.

İkimizde elimizdeki ekmekleri iştahsızca yerken, onun yüzünü seyrediyordum. Bir anlığına göz göze geldikten sonra beklemediğim bir soru sordu.

"Beni gerçekten seviyor musun?"

Kalakaldım. Tam anlamıyla. Nereden çıkmıştı ki bu soru? Ve daha önemlisi, az önceden beri düşündüğü şey bu muydu?

"Nasıl?"

"Duydun işte. Kendi hislerime öyle çok odaklanmışım ki, senin bana karşı nasıl hislerin olduğunu bilmiyorum bile."

Ciddi misin dercesine baktım. Bu çocuk ne saçmalıyordu acaba? İçimden geçirdiğim korkularım benden izinsizce dudaklarıma döküldü.

"Bulut... Korktuğumu görmüyor musun gerçekten? Seninleyken aşırıya kaçmaktan korkuyorum. Ya yanlış bir şey yaparım da bunu düzeltemezsem diye. Sana bakarken bile saniyelerin uzamasına izin veremiyorum. Elimi tuttuğunda belirli bir süre sonra çekmem gerek gibi hissediyorum. Sanki bize verilen bu süre kısıtlı ve ben bunu doldurmaktan çok korkuyorum."

Cümlemi bitirdiğimde içimde oluşan çöküntünün bir benzerinin onun yüzüne yansıdığını gördüm. Hiçbir şey demeden yerinden kalktı ve deniz kenarına yürüdü. Arkasından gittim. Sessizce arkasında beklerken konuştu.

"Seninle bir şeylerin bitmesini beklemek için birlikte değilim. Doldurulacak bir süre yok."

Önüne dönerek ellerimi sıkıca sardı. " Bak işte bunun bir sınırı yok." Gözlerini yüzümde gezdirdi. "Seni izlememin bir sınırı yok."

Yanıma yaklaştı, kollarını güçlüce bedenime sardıktan sonra devam etti. " Bana inan, sana olan sevgimin de bir sınırı yok. Bir şeyleri korkarak yaşamak yorucu. Sana söz veriyorum, yaşayacaklarımızın bir süresi yok."

Gözlerimi dolduran konuşmasını sessizce dinledim. Burnumu çekerken çıkan tuhaf sesi umursamadım.

"Hani sordun ya. Beni gerçekten seviyor musun diye..."

Tüm anı bozan o telefon sesi Bulut'un ağzından savrulan mırıltılı küfüre karıştı. Devam etmemi ister gibi yüzüme baktı. "Bakmayacak mısın?" Herhangi bir kelimeyle cümlemi bölmek istemiyormuş gibi başını olumsuz anlamda salladı. Dudaklarım yavaşça kıvrılırken ondan habersiz elindeki telefona uzandım. Ömer arıyordu. Aramayı cevaplayarak kulağıma götürdüm.

"Neredesiniz siz? 2 dakika yalnız kaldınız hemen kaybolmuşsunuz."

"Ömer, benim."

"Dolunay?"

"Siz bizi bırakıp kaçmadınız mı hem?"

"Ne kaçması? Unutkanlık probleminiz mi var? Beril lavaboya gideceğini söylemişti hani."

"Ee sonra gelmediniz siz. Kahvelerinde ödendiğini görünce gittiniz sandık."

Bulut merakla beni dinlerken Ömer cevap verdi.

"Kahveler ödenmiş mi?"

"Evet. Siz ödemediniz mi?"

"Bir dakika."

Telefonun diğer ucundan gelen bazı adım seslerini dinlerken hâlâ kafede olduklarını anlayabiliyordum. Biz Bulut'la öylece beklerken karşı taraftan gelen kıkırtılara dikkat kesildim. Beril'in sesiydi. Ömer tekrar konuşarak her şeyi açıklığa kavuşturdu.

"Bizim hesabı başkası ödemiş yanlışlıkla. E bizde sap gibi kaldık burda. Diğer hesabıda biz ödüyoruz o zaman, neyse. Şanslısınız. Durduk yere baş başa kaldınız. " Karşı taraftan gelen gülüşleri umursamadan konuştum. " Kapatıyorum Ömer." Yanıt beklemeden kapattım ve telefonu cebime attım.

Bulut gülümser bir ifadeyle konuştu. " Eğer telefonumun içindekileri merak ediyorsan söyleyebilirdin. Beraber bakardık."

Cebime attığım telefonu çıkartarak Bulut'a uzattım. "Refleks o ya. Hem istesem bakarım ki, ceplememe gerek yok."

"Öyle mi?" dedi uzatarak. Sonra hatırlar gibi devam etti. "En son bir şey diyordun."

Az önceki romatik ambiyansın dağıldığını farkettiğimden dolayı bilmezden geldim.

"Bilmem, hatırlamıyorum. Hadi yürüyelim."

Çoktan adımlamaya başladığımda mızıkçı çocuklar gibi koluma girdi. "Dolunay, dursana. Nasıl hatırlamıyorsun, telefon çalınca söyleyemedin işte."

"Ya bıraksana. Bir şey demeyecektim."

Konuşmayı böldüğü için sessizce Ömer'e saydırdıklarını görmezden gelerek kıkırdadım.

Bulut'un da dediği gibi bunun bir sınırı yoktu. Bugünden itibaren onu korkmadan sevecektim. Evet ona hiç söylememiştim. Ama ben onu gerçekten seviyordum. Gerçekten...


Dolunay | TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin