-3- On Beş Yaş -3-

1.4K 104 2
                                    

"Peki ya kolun Tae? Koluna ne oldu?"
Soruyla aniden irkilmiştim. Hayatım boyunca sürekli sorulmuştu ve sorulmaya devam edecekti. Ama bu sorun değildi. Asıl sorun bunu benim de bilmiyor oluşumdu.
"Şey... ben de bilmiyorum. Muhtemelen 15 senelik hayatımdan kalma bir iz. Hayattan pek memnun değilmişim anlaşılan."
"Güçlü bir yapın var. Başka bir şeylerin olabileceğinden şüpheliyim. Gerçekten hatırlamıyor musun?"
"Hayır gerçekten hatırlamıyorum. Ne demek istiyorsun?"
JK bir şeyleri anlamaya başlamış ancak tam kavrayamamış gibi gözlerimin içine bakıyordu. Bir anlığına kendimi gözlerinde kaybettim. Sakin kalmalıydım. Neden konuşmuyordu?
Ölüm sessizliğini Jimin böldü.
"Bize ilk geldiğinde o yaraların daha taze olduğunu hatırlıyorum. Hatırlamadığı hayatından kalma bir şey olduğu kesin. Ancak başka bir açıklaması olamaz sanki bunun. Bunu neden yaptığını bilmiyorum Tae ancak bir daha yapmak isteyecek kadar karanlık ruh haline bürünmene asla izin vermeyeceğim."
Konuşması gözlerimin dolmasına neden oldu. İçimi ısıtmıştı.
"Biliyorum Jiminie. Biliyorum."

***
Odalarımıza geri döndüğümüzde ikimizin de iyi bir duşa ihtiyacı vardı.
Banyoya girip kendimi soymaya başladım. Aynadan kendime baktım. Bu vücuda neden bu kadar yabancıydım? Ya da yabancı olan hafızam mıydı? 22 senemin 15 senesi yoktu. 7 senesindeki tüm hafızam da sadece Park ailesine aitti. Onlarla yaşamış, en mutlu günlerime, en kötü günlerime onlarla şahit olmuştum. Onları bir daha göremeyecek olmak... gözümden bir damla yaş düştü. İlk geldiğimde hiçbir şey hatırlamayan ve her şeyden korkan beni duşa sokabilmek için çok uğraştıkları aklıma gelmişti. Bir damla yaş daha... o sevecen tavırları beni o karanlığımdan çekip çıkarmıştı. Gözyaşlarım durmadan akmaya başladı.
Küvete oturup suyu açtım. Sıcaklığı ayarlayamayacak kadar yorgundum. Su buz gibiydi. Ancak umrumda da değildi. Uyku ve serum iyi gelmişti ancak kendimi hala berbat hissediyordum. Boşluğa yakın bir bokluktaydım. Ruhum hiçbir şey hissetmek istemeyecek kadar yorgundu.

Su... her taraf su... nefes alamıyorum. Nerdeyim? Bir şey beni suyun altında tutuyor. Çıkamıyorum. Çırpınışlarım yetersiz kalıyor. Beni öldürüyorlar mı? Durmak üzere olan kalbimin dengesiz ritmini tüm hücrelerimle hissediyorum. Sesler duyuyorum.
"Profesör! Fazla ileriye gitmediniz mi?"
"Yeterli değil! Daha yeterli değil! Bunu yapmak zorundayız!" Endişeli ve beni öldürmeye hazır ses tonu ile söylediği şeyler kafamda yankı yapıyor.

Gözümün önüne gelen bu şeyle korkuyla yerimden sıçramış ayağa kalkıp banyodan çıkmak istemiştim. Nefes alamıyordum. Ne yaptığımı bilmiyordum. Kafamda büyük bir acıyla etrafın karardığını fark ettim.

***
Gözümü yeniden hastanede açtım. Yanımda Jimin endişeyle ağlıyor JK ise onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Ne olduğunu hatırlamaya çalıştım. Gözümün önüne gelen o sahneyi hatırlamamla titremem bir oldu. Uyandığımı fark ettiler.
"Tae! Tae iyi misin? Taetae canın çok acıyor mu? Nasıl hissediyorsun?"
Jimin'e cevap vermeye çalışsam da başımın zonklamaya başlamasıyla araladığım dudaklarımı ve gözlerimi kapatıp iyice sıktım. Ah bu çok acı veriyordu.
"Hemşire hanım! O uyandı! Lütfen doktoru çağırın!"
JK'in endişe dolu ancak soğukkanlılıkla söylediği sözler beni afallatmıştı. Kısa bir süre sonra içeriye yine aynı doktor girdi. Vücudumda bazı incelemeler yapıyor, sürekli soru soruyordu.
"Adın ne?"
"Kim Taehyung."
"Nerde olduğunu biliyor musun Taehyung?"
"Sınır'da. Hastanedeyim."
Jimin korkuyla sorulara cevap verebilecek miyim diye gözlerimin içine bakıyordu. İkimiz de bir hafıza kaybını daha atlatamazdık muhtemelen.
"Kaç yaşında olduğunu hatırlıyor musun peki?"
"22."
JK'in gözlerinin aniden bana döndüğünü gördüm. Bir şeyler mırıldanmaya başladı. Kapıya yöneldi.
"Hayır JK. O öldü. O öldü. O artık yok. Bunu düşünmeyi kes artık. O öldü."
Odadan çıktığında herkesin gözü kapıdaydı. Şok geçiriyor gibiydi. Benzettiği kişiyle aynı yaşta olmalıydım. Garip hissettiriyordu. Madem ölmüştü neden hala diretiyordu? Düşüncelerim doktorun sesiyle bölündü.
"24 saat boyunca uyumamalısın. Önemli bir şeyin yok gibi görünüyor. Şimdi kafandaki bandajı yenileyeceğiz."
Jimin'e döndü.
"2 saat sonra bandajı çıkarıp yazacağım merhemleri sürün lütfen."
Doktorun gözlerini yeniden üzerimde hissettim.
"1 hafta kadar duş alsan bile kafana su değmesin. Yeni bir darbe almamak için dikkat et ve bolca dinlen. Beni anlıyorsun değil mi?"
"Evet evet. Teşekkür ederim doktor bey."
"Hemşire bandajı yenilediğinde çıkış yapabilirsiniz."
"Teşekkürler."
Jimin'e bakıyor JK'i düşünüyordum. Beni anlamış olacak ki kafasını sallayıp konuşmaya başladı.
"Ben gidip JK'e bakayım."

***JK***
Elimde doktorun verdiği reçeteye bakıyordum. Düşünme yetimi kaybetmiş gibiydim. Ah tanrım... ben gerçekten atlatamıyordum. Her şeyin üstesinden gelebilen ben, herkese karşı koyabilen Sınır'ın savaşçısı ben; eski anılarıma yenik düşüyordum.
"JK!"
Koridorun başından bana seslenen Jimin'e baktım. Endişeyle yanıma geldiğini görebiliyordum.
"Ben de tam yanınıza geliyordum ama önce gidip şunları almam gerek." Dedim reçeteyi göstererek.
"Birlikte gidelim mi?"
Odada muhtemelen şu an yalnız olan Tae'yi düşündüm. Anlamış olacak ki yeniden konuşmaya başladı.
"Merak etme hemşire yanında. Hem o başının çaresine bakabilir. Ayrıca biraz da yalnız kalmaya ihtiyacı var. Gel gidelim hadi."
Kolumdan tutup bilmediği koridorlarda beni sürüklemeye başladı. Hastaneden çıktığımızda bana baktı.
"Ee... ne taraftan?"
Gülümsememe engel olamadım. Sağ tarafa yönelip yürümeye başladım. O da yanımda yürüyordu. Bir şeyler sormak istiyor gibiydi.
"Bir şeyler söylemek ve sormak istiyorsan bunu içinde tutmamalısın." Dedim. Onu rahatlatmaya çalışıyordum. Yüz ifadesine bakılacak olursa başarmıştım da.
"Az önce ne oldu? Kimden söz ediyordun? Ölen kim?"
Gözlerimin dolmasına engel olamamıştım. Bunu soracağını biliyordum. Kendimi cevaplamaya da hazır hissediyordum ancak şu an bok gibi hissetmekten ötürü ağzımı açamıyordum bile. Kendimi konuşmaya zorladım.
"Sadece... o Vante'ye çok benziyor. Ölen arkadaşım Vante'ye..."
Yutkundum. Onun da gözlerinin dolduğunu fark ettim.
"Onunla aynı yaşta olduğunu fark edince... kendimi kaybettim. Üzgünüm."
Beni nasıl rahatlatacağını düşünüyor gibiydi. Elini omzumda hissettim.
"O ne zaman öldü?"
O sırada aklıma Tae'nin 15 yaşında evlatlık alındığını söylediğini hatırladım. Birden yürümeyi bıraktım. Jimin afallamış olacak ki durması biraz geç oldu ve neredeyse düşüyordu. Bu kadarı tesadüf olabilir miydi? Gözümden akan yaşlara aldırmayıp gözlerine bakabildim sadece. Anlamıştı. Ne demek istediğimi anlamıştı. Benim yerime cevap verdi.
"15 yaşında... 15 yaşındaydı değil mi?"
O da anlamlandıramıyor gibiydi. Beni çimenlik alana sürükleyip yere oturttu. Sorgulamaya devam etti.
"JK. Onun nasıl öldüğünü biliyor musun?"
"Araba kazası dendi."
"Peki ailesi?"
"Onlar kurtulmuştu ancak üç dört gün sonra mahalleden taşındıkları söylendi. Bir daha da haber alamadım."
Sahi... ailesi nerdeydi? Ne yapıyordu?
Jimin kafasını salladı. Küçücük bedeni beni sıkıca sardı. Bana sarılıyordu. Afallamıştım. Ancak bir süre sonra sarılmasına karşılık verebildim.

***TAEHYUNG***
Jimin gideli 1 saate yakın olmuştu. Onları beklemekten sıkılmıştım ancak yataktan kendi başıma kalkamayacağımın da farkındaydım. JK kötü müydü? Şu an ne yapıyorlardı? Nerdelerdi?
Kapı sesi endişelerimi tamamiyle bir kenara atan bir ses oldu. Onu görür görmez ayaklanmaya çalıştım. Ona sarılmak istiyordum. Neden bilmiyorum ama onunla aramızda oksijen, azot atomlarının olması bile canımı sıkıyordu. Ayaklanmaya çalıştığımı görür görmez beni kucağına aldı ve yürümeye başladı. Götürüyordu beni burdan. Muhtemelen odamıza geri dönüyorduk.
"JK. Ben yürüyebilirim."
İtiraz etsem de beni indirmesini istemiyordum. Ona bu kadar yakın olmak hoşuma gitmişti. Jimin anlamış olacak ki kıkırtılarını duyabiliyordum.
"Sana vücudumu tatman için şans veriyorum ve sen inmek mi istiyorsun? Emin misin Kim Taehyung?" Gülmüştü. Onu böyle görmek iyi hissettirmişti. İstemsiz gülümsediğimde yanaklarımın kızardığını fark etmiştim. Utanmıştım. Gözlerine baktığımda o güzel gözlerin ağlamaktan kızardıklarını gördüm. Kalbime bıçak saplanmış gibiydi. Gözünü yoldan çekip bana baktığında yeniden utanmış kafamı boynuna gömmüştüm. Kokusu beni rahatlatıyordu. Şu son birkaç günün tüm acısını dindiriyordu. Elimi boynundan göğsüne doğru indirdim. Fark ettiğinde anlık şaşkınlıkla 2 saniyeliğine duraksadı ancak gülümseyip yürümeye devam etti. Arabanın arka koltuğuna beni oturtup şoför koltuğuna yerleştirmişti. Arabayı aşırı sakin ve dikkatli kullanmaya çalışıyordu. Onunla şakalaşan Jimin ile eğleniyor gibi görünüyordu. Aptal hallerine bakıp bakıp gülüyordum.

Yolu yarılamış olmalıydık. JK'in gözünün bir yere takıldığını görebiliyordum. Baktığı yöne baktım. Kalbimin sıkışmasına engel olamadım.

"JUVAN." |TaeKook| ✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin