Kalbim çok hızlı atıyordu. Bir şeyler hissetmiş gibi gözlerimi bileğime çevirdim. Bileğimdeki izlerle ilgiliydi belki de ancak önünden geçtiğimiz bu evler bana iyi hissettiriyordu. Yuva sıcaklığı veriyordu.
Kimse olmamasına rağmen...
Yıkık dökük olmalarına rağmen...
Bileğimi yavaşça sıktım. Hala ordaydı. İçinde bir şey olduğuna emindim ama bunu kanıtlayamazdım. Ne zaman dile getirsem geçiştirilmişti. Küçük bir şeydi. Çok küçüktü ama vardı. Bir şey vardı. Jimin'in JK'e yönelttiği soruyla zihnimden kurtulmuştum.
"Ağlıyor musun sen?"
Hemen ellerini gözlerine götürüp yaşları silmişti. Gözleri aynadan gözlerimi bulduğunda sanki bir şeyler anlamaya çalışıyor gibiydi. Özellikle mi burdan geçmişti? Ne tepki vereceğime mi bakmıştı? İçimden bir ses bu mahallede bir şeyler olduğunu söylüyordu. Bir şey diyemedim. Sadece baktım. Buz kesilmiş o gözlere sadece baktım.
"Anılarım depreşti." dedi gülerken. Sonra da devam etti.
"Burası büyüdüğüm yer. Şu ev bizimdi. Ölüler harap edene kadar..."
Anladığımı göstermek için kafamı hafiften salladım. Göremeyeceğini biliyordum ama konuşmak istemiyordum. Kalbimin çırpınışlarına odaklanmıştım. Burdan gitmek istemiyordu. Bu çok garipti. Hala bileklerime bakan beni fark eden Jimin elini yaralarımı iyileştirmek ister gibi bileğime koydu. 'Artık takma bunu. Yeni bir hayattayız.' der gibi bakıyordu.***
Odaya girer girmez uzanmıştım. Dinlenip kafamı toplamam gerekiyordu. Jimin de beni yalnız bırakmak istiyordu anlaşılan. Ne zaman ne istediğimi her zaman biliyordu. Onun da dinlenmeye ihtiyacı vardı.
"Juvan."
(Seni seviyorum)
Kıkırdadım. Dediği şeyle gözlerine bakmıştım.
"Juvan." Diyerek karşılık verdim.
Nerden bildiğimi bilmediğim bu garip dili Jimin'e öğretmiştim. Sanki sadece benim bildiğim bir dildi çünkü bütün dünya dillerini araştırmama rağmen bununla asla bağdaşmıyordu. Jimin'e öğrettikten sonra neredeyse her yerde bu dilde konuşmaya başlamıştık. İnsanların bizi anlamasını istemediğimiz zamanlarda en çok da... ancak uzun zaman önce kullanmayı bırakmıştık. Birden böyle söylemesi güzel hissettirmişti.
"Neça tak bolgi. Çaga."
(Kendine dikkat et. Görüşürüz.)
"Nalfo, Jimin"
(Sen de, Jimin.)
Kapıyı kapattığında rahatlayıp gözümü kapattım. Uyumak istiyordum ancak düşüncelerim uyumama izin vermiyordu. Zaten uyumamam da gerekiyordu.
Düşünmekten beynim patlamak üzereydi. Hatırlamak istiyordum. O 15 senemde ne olduğuna şu an çok ihtiyacım vardı yoksa kesik kesik hatırladığım iki üç anı beni içten öldürecekti. Ne kadar uzun süredir düşüncelerimde kaybolduğumu bilmiyordum. Kapının tıklamasıyla irkildim.
"Taehyung. Pansuman yapacağım. Gelebilir miyim?"
Kapıyı açtığımda parlayan gözleriyle karşılaşmıştım.
"Pansumanı Jimin yapardı. Hatta kendim bile yaparım. O kadar işinin arasında bu kadar ilgilenmene gerek yok JK."
"Jimin tahmin ettiğim gibi uyuyakalmış. Yani bana kaldın. Aslında bu duruma sevinebilirsin."
Üzerime doğru yürümeye başladı. Birkaç adım geriye gittiğimde elindeki çantayla banyoyu işaret etti.
Banyoya bir sandalye getirip oturmamı söyledi. Dediğini uyguladım ve sakince sandalyeye oturdum. Bandaja elimi attığımda elimi tuttu ve indirdi.
"Sadece bana bırak, olur mu?"
Kafamı salladım. Benle bu kadar ilgilenmesini garipsemiştim. Ayrıca içimde ona karşı yanıp tutuşan bir şeylerin oluşu şu anki durumu iyice garipleştiriyordu. Dudakları öpülesi duruyordu. Alt taraflarımda hissettiğim hareketlenmeyle utancımdan aklıma gelenleri silmeye çalıştım. Düşünme... düşünme... düşünme...
Yavaşça bandajı çıkardı. Canımı acıtmak istemiyordu. Geriye çekilip beni yavaşça süzdüğüne şahit oldum. Ağzından dökülen cümleler beni afallatmıştı.
"Görüyorum ki şu anki durumun benden farklı değil. Rahatladım açıkçası. Ben de senden etkileniyorum, Kim Taehyung."
Tam ağzımı açıp bir şeyler söylenmeye yeltendiğim sırada merhemi yarama değdirdi. Ağzımdan birkaç lafın çıkması yerine ufak bir bağırış çıktı. Canım acımıştı. Yarama üflüyor, hafifletmeye çalışıyordu. Konuşmaya başladı.
"Jimin seni gerçekten önemsiyor gibi duruyor. Sana ulaşamadığı için koridorlarda koşuşturup beni bulmaya çalışmış. Bulduğundaysa benden kapını açmamızı istedi. O sırada saçma gelse de seni yerde kanlar içinde yatarken gördüğümüzde..." yutkundu. Nefesi kesilmiş gibiydi. Zar zor devam etti.
"Çok korktum Taehyung. En az Jimin kadar korktum. Ne olduğunu hatırlıyor musun?"
"Bilmiyorum. Birden kafamdaki ağrıyı hissettiğimi ve gözümün karardığını hatırlıyorum. Sonra da hastanede buldum zaten kendimi."
Gördüğüm şeyi anlatmamın bir anlamı yoktu. Ben bile anlam veremiyordum, onların da zihnini meşgul etmeyi hiç istemiyordum.
Baskı uyguladığı kafama destek olması için elini enseme koyduğu anda birden geri çekildi. Afallamıştı. Ne olduğunu anlamıştım ama niye böyle tepki vermişti? Açıklama gereği duydum.
"Nerden geldiğini bilmediğim bir yara izi..."
Benim yerime tamamladı.
"Muhtemelen hatırlamadığın hayatından kalma. Değil mi?"
Şaşırmıştım. Şaşırdığım şey cümleyi benim yerime tamamlaması değildi. Çoğu şeye 'hatırlamıyorum' diyordum ve bunu tahmin etmesi artık kolaydı. Şaşırdığım şey böyle tepki vermesiydi. Bir şeyler biliyor gibiydi. Az önceki sakin tavrı yerini aceleye bıraktı. Kafamı tekrar bandajladıktan sonra kapıya yöneldi.
"Akşam yemeğine kadar dinlen. Yaklaşık 2 saat var. Beni ararsın. Birlikte yiyelim."
Kafamla onayladığımda odadan aceleyle çıkmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
"JUVAN." |TaeKook| ✔️
Fanfiction"Bana beni geri verebilir misin, Jungkook?" -KTH to JJK *minific* [TAMAMLANDI]