-22- Yüzde Üç -22-

587 50 2
                                    

Etrafı göremeyecek kadar sinirliydim. Bağırıyordum. Az önce kapanan büyük ekrana dönüp o adama küfürler yağdırıyordum.
"Ailemi elimden aldın! Kimliğimi elimden aldın! Her şeyi unutup yeni bir hayata başladım! Şimdi de kardeşimi elimden alıyorsun! Yetmedi mi! Sana daha ne vereceğim! Yetmedi mi yaptığın onca şey! Benden daha ne istiyorsun?.."
Etrafta ne gördüysem yıkmaya başladım.
Bu çok zordu.
Yaşadığım bunca zorluktan sonra tüm umudum elimden alınmıştı. Duygularımı benden çalmıştı. Düşüncelerim ruhumu ele geçirmişti. Ölmek benim için en iyi seçenekti. Bu adama kendimi tamamiyle verecektim ancak biraz daha zamanı vardı.

Sağımdaki kapıdan Sonte'nin bulunduğu odaya girdim.
Peşimden birileri geliyordu. Yavaşlığını düşünürsek muhtemelen Jungkook'tu. Sonte'yi elime aldım.
Bu şeyi yok etmek istiyordum. Ancak bu son umudumuzdu ve ben onu yok edemezdim. Sert bir yüzeyi vardı. Sadece içgüdülerimle hareket ediyordum.
Hafifçe iki avucumun içinde onu gezdirdim. Sağ elime aldım ve onu duvara var gücümle fırlatıp bağırmaya başladım.
"Sonte aktifleştirildi."
Duyduğum robotik ses beni karanlığımdan geri getirmişti.
Kırmızı renkli bir hologram... benim vücudum... yapay zeka benim vücuduma sahipti.
Jungkook'un ellerini bedenimde hissettim. Beni odadan çıkarmaya çalışıyordu. Karşı koyuyor olmam canını acıtıyordu ancak o an sadece Sonte'ye odaklıydım. Kapıdan çıkar çıkmaz bağırdı.
"Sonte açıldı! Sonte içerde onu araştırın! Çabuk olun!"
İçeriye giren kişileri görebiliyordum. Benim de gitmem gerekiyordu. Kardeşimi kurtarmam gerekiyordu.
"Jungkook bırak beni."
"Şu an değil güzelim."
"Jungkook bırak."
Ben çabaladıkça beni daha çok sarmalıyordu. Acıyla inleyip aniden beni bıraktığında korkmuştum.
Yere çömeldi. Yaralarından birini tutuyordu.
"İyiyim. Sert vurdun."
"Özür dilerim. Özür dilerim..."
"Odaya gideceğiz Vante. Daha fazla zorlama beni. Gel hadi."
"Burda kalacağım."
"Odaya gideceğiz."
"Tamam içeriye girmeyeceğim. Burda kalmama izin ver."
"Söz ver."
"Söz. Tamam."
Elimden tutup kenara götürdü. Yere kendini bıraktığında ben de yanına oturdum.
İkimiz de içerden bir haberin gelmesini bekliyorduk. Ne yapıyorlardı? Konuşabiliyorlar mıydı? İletişim sağlayabiliyorlar mıydı?
Işıklar kapanıp geri açıldı.
Anlamsızca birbirimize bakmaya başladık.
Odadan biri çıktı. Gözleri bizi bulduğunda bize doğru yürümeye başladı.
"Rapor ver."
"Şey... iletişim kuruluyor o konuda hiçbir sıkıntı yok. Bizim sistemimize girdi ve birçok şeyi kontrol ediyor ancak bunu da bir şekilde hallederiz..."
"Sorun ne o zaman?"
"Ne sorarsak soralım sadece Kim Taehyung ile konuşacağını söylüyor."
Bana bakmıştı. Ayaklandım. Elimden tuttuğunda ona baktım.
"Jungkook bileğimdekini çıkarıp ona vermediğim sürece bir sorun çıkaramaz."
"Sadece dikkat et."
İçeri girdiğimde odadaki herkes dışarı çıkmıştı.
Kendimle baş başa kalmışım gibi hissettiriyordu ve bu sadece bana korku veriyordu.
"Seninle sonunda tanışabildik Taehyung."
"Ah evet... ben de bu anı bekliyordum Sonte. Seni açmak kolay olmadı."
"Her şeyi bitirecek misin? Biliyorsun ki cihazları kapatmanın tek yolu senden geçiyor."
"Daha değil ama evet yapacağım."
"Pekala bekleyeceğim."
Bir şeyler sormak istiyordum ancak kelimeler boğazıma düğüm olmuştu. Konuşamıyordum.
"İstediğini sorabilirsin Taehyung. Birçok bilgiye sahibim. Bilmiyor olsam bile rahatlıkla öğrenebilirim."
"Ölecek miyim?"
"Tek denek olduğun için bunun cevabı kesin verilemez. Cihazlar öldükten sonra aktifleşiyor bu yüzden sen de bir bakıma öldürülüp geri getirildin. Ölülerden çıkarıldığında onlar ölür. Ama sen canlısın yani ölmeme ihtimalin de var."
"Öldürülüp geri mi getirildim?"
"Hatırlıyor olman gerek. Profesör seni buzla dolu suyun altında tutup kalbinin neredeyse durmasına neden oldu. Cihazın aktifleşince seni geri getirdi."
Ah tabi... o an... nasıl unutabilirim ki zaten.
"Anladım. Neden ölüler gibi kontrol edilemiyorum?"
"Senin cihazının frekansı farklı tasarlandı. Ölsen bile bu cihazı kimse kontrol edemez."
"Peki neden ben Sonte? Bu kadar şeyi neden ben yaşamak zorundayım?"
Sesim isyankar çıkmıştı. Haklı değil miydim? İsyan etmekte haklı değil miydim?
"Profesör, Namjoon için çalışmak zorundaydı. Ailesi ile tehdit ediliyordu. Hastaneye çok az gidip gelebiliyordu ve o sıradaki en uygun hasta sendin. Senin üzerinde cihazın çalışıp çalışmadığını denemek istediğini söyledi ancak tek amacı bütün bunlara bir çıkış yolu bırakmaktı."
Bana baktı ve gözleriyle bedenimi süzdü. Konuşmaya devam etti.
"Ne kadar iyi bir seçim olduğunu görebiliyorum. Sen güçlüsün Taehyung. Senin yerinde kim olsa çoktan pes etmişti."
Usulca kafamı salladım.
"Ölme ihtimalim... ne kadar büyük?"
"%97."
Afallamıştım. Bu kadarını beklemiyordum. Yaşama şansım yüzde üç müydü yani? Bu çok azdı. Ölümümü kabullenmem gerekiyordu.
"Biliyorsun yardım etmek için burdayım. Sorun olursa yanıma gelebilirsin. Kamera ile izleniyoruz yani bizi duyabiliyorlar o yüzden şu dediklerimi dikkatle dinleyin lütfen."
Kameraya dönüp devam etti.
"Sisteminize acil durumlar için giriş yaptım. Sizi engellemeye niyetim yok. Sorun olursa ben devralıp size uzaktan yardım edebilirim. O yüzden beni çıkarmak için uğraşmayın. İsteseniz de çıkaramazsınız zaten boşa efor sarf etmenizi istemem."
Kapıya yöneldim.
"Tekrar görüşmek üzere Kim Taehyung."
Cevap verecek ne gücüm ne de cesaretim kalmıştı. Odadan çıktım.
Bir duygu barındıramıyordum. Güçlü olduğumu söylemişti ancak değildim işte. Berbat haldeydim. Çökmüştüm. Tamamiyle çökmüştüm.
Bana sarılan bedene karşılık veremedim bile.
"Odaya gitmek ister misin?"
"Burda kalacağım."
Yan tarafa dönüp görevlilerden birine anahtarı uzattım.
"Odamda komodinin üzerinde ilaçlar var. Onları getirebilir misin?"
Başıyla onaylayıp laboratuvardan çıkış yaptı.
Jungkook'u yan taraftaki yönetim odasına soktum ve koltuğa oturttum.
"İlaçlarının saati geçti bile. Takip edemedim özür dilerim. Birazdan yemek getiririm yeriz tamam mı?"
"Bunca şeyin arasında takip etmeni beklemiyorum zaten Vante. Ayrıca gayet iyiyim şu an."
Başımı sallamıştım. Az önce yaşananları yeni yeni idrak ediyordum. Ağlamaya başladım.
Muhtemelen son anlarımı yaşıyordum.
Ölmek istemiyordum ancak bunu yapmam gerekiyorsa yapacaktım. Kendimi hazır hissetmiyordum. Hiçbir zaman da hissetmeyecektim. Kim hissedebilirdi ki? Kim kendi ölümüne hazırlanabilirdi? Bu intihardan başka bir şey değildi.
"Ne yapmayı düşünüyorsun Vante? Konuşmaları dinledim. Ne düşünüyorsun?"
Onun yanında güçlü durmalıydım. Kararlı duymalıydım. Ona yaşayacağımın umudunu vermeliydim. Bunu yapmazsam beni engellerdi.
"Ah onu düşünmüyorum. Sadece Yoongi hyung ve Jimin... umarım iyidirler. Yaşama ihtimalim yüzde üç Jungkook. Yaşayacağım. Bir ihtimal varsa eğer o ihtimali gerçekleştireceğim. Küçük bir ihtimal olsa dahi..."
"Bunu yapmanı istemiyorum Vante. Kimse istemiyor."
"Yapmak zorunda olduğun bazı şeyler vardır değil mi Jungkook? Benimle son anlarını güzel geçir falan demeyeceğim. Dediğim gibi ölmeye niyetim yok. Ancak... eğer ki işler yolunda gitmezse Jimin'e iyi bakın tamam mı?"
Bunları söylemek neden bu kadar zordu? Devam etmeye çalışıyordum ancak karşımda ağlayan bedeni gördükçe işler çok daha zorlaşıyordu.
"Ve... hayatına devam etmeni isterim. Ne olursa olsun. Söz ver bana."
"Bunun sözünü vermeyeceğim Vante. Jimin konusunu dert etme ancak hayatıma devam edebilmemi bekleme benden."
Gözyaşları dinmiyordu. Daha hızlı akan yaşları elimle hafifçe sildim.
"Ölmeyeceğim Jungkook. Ağlamayı bırak artık sevgilim. Sadece bir diğer ihtimal için konuşuyorum."
Açılan kapı sesiyle irkildim.
"Özür dilerim. İlaçları getirmiştim."
"Ah... teşekkür ederim."
İlaçları aldığımda geri odadan çıkmıştı.
Jungkook tişörtünü çıkarmıştı bile.
Birçok yarası iyileşmişti ancak derin olan kesikler hala ciddiyetini koruyordu. Ve tanrım... muhtemelen az önce benim yüzümden kendini zorladığından yaralarının etrafı kızarmıştı.
"Doktora gözüksen iyi olur Jungkook."
"Hayır hayır. İyiyim gerçekten. Yakında geçer."
"Geçmezse doktora görüneceksin tamam mı?"
"Tamam. Sıkıntı yok."
Kremlerini sürdükten sonra yanına uzanmış ve onu kollarımın arasına almıştım.
Uyuyamazdık ama buna ihtiyacımız vardı.
Belki o uyur diye düşünsem de yanlış düşünüyordum.
Şu an muhtemelen içine çektiği kokumun son çekişleri olmasından korkuyordu.
Kalbinin deli gibi çarpışını hissedebiliyordum. O da benimkini hissedebiliyor muydu?
Tişörtüme düşen gözyaşını gördüğümde...
Kollarımı daha sıkı sarmalayıp bekledim. Rahatlaması gerekiyordu. 'Ağlama' demek büyük haksızlık olurdu. Şöyle bir durumda ağlamaması beklenilemezdi.
Onu bırakma düşüncesi beni bile geriyordu. O ağlıyor diye onu nasıl suçlayabilirdim?
Saatlerce ağlamasına izin verdim.

Kapı aniden açıldı.
"Ş- -şey ö- özür dilerim ama... Namjoon'dan bir mail geldi. Geri sayım var. Şu andan itibaren sadece 3 saatimiz kaldığını söylemeye çalışıyor gibi."
Ayaklandım. Jungkook da zar zor kalktı ve tişörtünü giyindi. Laboratuvara geçtik.
Etrafa bakıyor elimizden ne gelebilir onu düşünüyorduk.
Jungkook etrafa nefretini savuruyordu.
"Onların hala nerde olduğunu bulamadınız mı?!"
"Efendim. Sistemi çok iyi korunuyor videoların nerden gönderildiğini bulamadık."
"Peki son mail? Araştırdınız mı?"
"Ondan da bir şey çıkmadı efendim."
Kenarda gördüğüm ne olduğunu bilmediğim keskin aleti gizlice cebime koydum.

***JUNGKOOK***
Etrafta dolanıyor, düşünmeye çalışıyordum. Zaman daralıyordu ve bizim elimizden hala hiçbir şey gelmiyordu.
"Sonte'ye o pisliğin nerde olduğunu sorun."
"Efendim bizle konuşmuyor. Sadece..."
Gözleri yan tarafımdaki Vante'yi arar gibiydi. Orda değildi.
Açılan kapıya bakacak olursak Sonte'nin yanına çoktan gitmişti.
İçeri girmek istediğim anda kapısı kilitlenmişti. Sonte yapmış olmalıydı.
Büyük ekran açıldı. Canlı videoydu. Elleri bağlanmış Yoongi hyung ve Jimin'i görebiliyorduk. Her zaman olduğu gibi Namjoon görüntüye sonradan dahil olmuştu.
"Merhabalar yine ben. Bu sefer canlı yapayım dedim. İyi düşünmüşüm değil mi? Eğer ki cevabınız olumsuz olursa şu küçük çocuğun kanının akışına şahit olmanız gerektiğinde karar kıldım. Ah yine mükemmel kararlar alıyorum."
Etrafa emirler yağdırıyordum.
"Sonte'yi ekrana verin! Hemen!"
Ekranın bir tarafında Jimin ve Yoongi hyung diğer tarafında Vante... iki taraftan biri kendini feda etmeliydi ve ben hiçbirine katlanamazdım. Kimse katlanamazdı.

Vante'nin konuşmaları duyulmaya başladı.
"Sonte. Namjoon'un nerde olduğunu bulabilir misin?"
"Bir saniye..."
Kısa bir duraksamadan sonra devam etti.
"Eski bir otogardalar. Yerin altından geliyor sinyal muhtemelen sığınak gibi bir şey. Ancak... gitmenizi önermiyorum. En üst düzey silahlarınızın bile yetersiz kalacağı bir güvenlik önlemi var. İntihardan başka bir şey olmaz."
Etrafımda toplanan savaşçılara baktım.
"Oraya gidin ve benden haber bekleyin. Emrimi duymadığınız sürece içeriye adım atmayacaksınız."
"Emredersiniz."
Bir Vante'ye bir de Yoongi hyungla Jimin'e bakıyordum.
Vante fısıldıyordu.
"Yüzde üç... yüzde üç... Yapacağım Sonte. Her şeyi bitireceğim."
Cebinden keskin bir alet çıkardı.
Kameraya dönüp konuştu.
"Juvan, Jungkook."
"Hayır! Vante hayır! Hala zaman var. Dur yapma. Lütfen yapma. Daha zaman var. Lütfen..."
Kapıya vuruyordum. Başka hiçbir şey yapamıyordum. "Lütfen..."
Yere çöktüm ekrana bakmaya başladım.
Vante eliyle bileğini yokladı. Cihazın olduğu yeri çözmeye çalışıyordu.
Sonte ona yardım ediyordu.
"Çok derin kesmemen gerek Taehyung yoksa kan kaybından ölürsün."
Derin nefes alıp verdi.
Tanrım lütfen...
Bileğini kesmeye başladığında kanı akmaya başladı.
Acıyla bağırıyordu. Canım acıyordu. Bir el kalbimi sıkıyor, atmasını önlüyordu. Nefes alamıyordum. Siktiğimin akciğerleri nefes almamı önlüyordu.
Vante içerde acı çekiyordu ve sikeyim ki ben burda elim kolum bağlı sadece onun acı çekişini izliyordum. Berbat bir şeydi. Bıçakla bileğindeki cihazı çıkarıp Sonte'ye gösterdi.
Ve gözlerimin önünde hem Namjoon hem de o...
Yere yığıldılar.
Vante... bedeni sadece yerdeki bir et yığını gibiydi.
O...

"JUVAN." |TaeKook| ✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin