Merhabalar canlarımmmm <3
Sizlere UPUZUUUUUUN ve HARİKA SAHNELERLE DOLU bir bölümmm getirdimmmmmm :)
Ben susayım olaylar konuşssun diyorum :))
seviliyorsunuz <3<3<3
Not: ne oldu anlamadım bu 5. deneyişim kopyala yapıştır yapınca satırlar harfler kayıyor bir tuhaf oluyor :((
BÖLÜM 16
Karanlık merdivenleri geçmemizle birlikte geniş bir koridora çıkmıştık. Karanlıktan hiçbir şey gözükmüyordu. Rio’yu bile göremiyordum. Bu yüzden elimi tutan elini daha çok sıktım. Bir iki saniye duraksar gibi oldu. Bu kadar korkmam onu da duraksatmıştı. Ardından cesaretle bir adım öne attı. Meşaleler kendiliğinden teker teker yandı. O kadar şaşırmıştım ki ağzım açık koridora baktığımın farkında değildim. Biraz bu manzarayı sindirmeme izin vermek için yürümeye başladı.
Koridorun duvarlarından, buranın hemen üstünde yer alan El Cristo De La Luz’dan daha eski olduğu anlaşılıyordu. Hem de çok eski bir tarihi eser. Geniş koridorda bizden başka kimse yoktu. İleriden hiç ses gelmiyordu. Sadece nefeslerimizin ve meşalelerin alevlerinin harlı sesleri vardı. Kendimi Keops Piramidi’nin koridorlarında kaybolmuş arkeologlar gibi hissettim. Benim gibi ‘Sanat Tarihi’ öğrencisi için aslında bu manzara tanıdıktı.
Rio’nun yürümeye başlamasıyla düşüncelerimden sıyrıldım. Koridoru yavaş yavaş geçtik. Sanki benim tepkilerimi ölçüyor gibiydi. Bu yüzden oldukça dikkatliydi. Arada bir dönüp bana bakıyordu---- fark etmiyorum zannediyordu ama benden kaçması mümkün müydü?---Sanırım çığlıklar atarak geri döneceğimi zannediyordu. Yapabilirdim. Bunu her şeyden çok istiyordum. İçimde bastırdığım çığlıklarım gittikçe güçleniyordu ve ben bir gün onları bastıramamaktan korkuyordum.
Koridorun sonuna geldik. Daha önce orada olduğunu fark etmediğim bir kapı vardı. Aslında kapı bile değildi. Taşların birer santimetre içeri göçerek oluşturduğu dikdörtgen bir çerçeveydi. Rio’nun kapıya hafifçe dokunmasıyla, kapı büyük bir şiddetle kendiliğinden açılıverdi. Ne olduğunu anlamadan kendimi içeride buldum. Ama içerinin neye benzediğini göremiyordum çünkü hala taş kapıya bakıyordum. Nasıl açılmıştı acaba?
İçeriye doğru dönmemle beraber nefesim kesildi. İçerisi bembeyaz mermerlerdendi. Hem de bir hayli mermerden. Ara ara dev sütunlar yükseliyordu tavanı ve şu an bulunduğumuz avluya bakan balkonları desteklemek için. Tavan oldukça yüksekti. Bulunduğumuz katın üzerinde bir katla beraber toplam iki katlı duruyordu. Bu kadar yer altına inmiş miydik? Mobilyalara göz gezdirdim. İçerisi modern dekore edilmişti. Beyaz hasır koltuklar rahat minderlerle doldurulmuştu. Her sehpada, her köşede neredeyse beyaz olan bütün çiçekler vardı. En çok galalar dikkatimi çekti çünkü en fazla o kullanılmıştı. Gala benim en sevdiğim çiçekti. Acaba Rio bunu nereden öğrenmişti? Belki de bilmiyordu da benim yine takıntılarım tutmuştu.
Rio’ya dönüp baktım. Gururla ‘lobi’ denebilecek, girenlerin karşılayan bu avlumsu açıklığa ---başka bir tanım aklıma gelmiyordu--- bakıyordu. Ona baktığımı anlayınca bana doğru döndü.
“Nasıl buldun?”diye sordu.
Yalnızca tek kelime düşüncelerimi açıklıyordu.
“Mükemmel.”
Bunu duyar duymaz çocuksu ama bir o kadar da yakışıklı gülümsemesini yaptı. İster istemez ben de gülümsedim. Sanırım az önce yaşanan konuşmamızı unutmuş gibi yapacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖLGEDEKİ IŞIKLAR
Teen Fiction"...Aynadaki yansımamla göz göze geldim ve kendi duruşuma hayran kaldım. Üzerimdeki bu deri kıyafet ve elmaslarla süslü bu kılıçla yalnızca filmlerde gördüğüm bu duruşu yapabilmek, kendime güvenimi yerine getirmişti. Peki nasıl bu kadar iyi yapabilm...