2- بَيْنَ الخَوْفِ و الرَّجَاءِ - korku ile ümit arasında

1.1K 122 141
                                    

Irkına, milletine, vatanına bakmaksızın çocuktur çocuklar, masumdur tüm dünyada. Nereye itersen oraya gider, neyi verirsen onu alır, hangi duyguları sunarsan ona dönüşür. Hepsi sevgiyi, saygıyı, merhameti, adaleti, özgürlüğü ister. Fakat hepsi bunları alamaz. Neden? Sözde herkes adaletli, eşit, özgür değil mi? Değilmiş! Çünkü bazı sesleri duyulmayan, ellerinden tutulmayan, hatırlanmayan, unutulan çocukların çok şeyi eksik. Kiminin bisikleti, kiminin yemeği, gülüşü, evi, annesi, babası, kardeşi, okulu, neşesi... Kiminin ise ömrü eksik, nefesi! Bu dünyada bazı çocukların, hayatı eksik!

💐

Yüreğindeki yorgunluk ile birlikte girdi eve Nidal. Feracesini çıkartıp astı, başörtüsünü geriye alıp içeriye girdi. Kimseyi göremeyince kaşlarını çatıp odadan çıktı. Şimdiye dek Enes Hamza koşarak ona sarılmış olmalıydı! Halası da merakla Eymen Mahir'in durumunu sormalıydı. Neredelerdi?

Tam halasının odasına girecekken kapı açıldı, kadın işaret parmağını dudaklarına götürüp susmasını belirttikten sonra oturma odasına yöneldi. Nidal de halasının peşine içeriye girip karşısındaki koltuğa oturdu.

"Enes Hamza uyumazdı gündüzleri?" diyerek halasına baktı merakla. Bir yandan da yarım bıraktığı pantolonun dizini dikme işlemine devam etmeye koyuldu.

"Sorma kızım! Bugün okulu askerler basmış, kendilerince teftiş yapmışlar. Çocuklar da korkmuş tabi. Nasıl korktuysa yavrum, yorgun hissediyordu kendini. Uyuyuverdi."

Nidal'in kaşları çatıldı. "Kıyamam ben kuzuma.." diye mırıldandı.

"Eymen Mahir nasıl? Gerçi, sen burada olduğuna göre iyidir. Yoksa bırakıp gelmezsin."

Bakışlarını iğneden ayırmadan cevap verdi Nidal. "İyi çok şükür. Dinlenmeli sadece."

"Elhamdülillah." deyip eline şişlerini aldı ve oğluna ördüğü yeleği ilmek ilmek işlemeye devam etti Ayşa hanım.

Aralarında bir süre oluşan sessizlik, yine Ayşa hanımın cümleleriyle dağılmıştı. "Acaba Fatıma hanım nasıl? Merak ettim şimdi. Dur ben bir gideyim, göreyim. Hem senin şu sarmalardan da biraz götüreyim, sevaptır."

Nidal başını sallayarak onayladı teyzesini. "Olur hala. Selam söyle benden de."

"Aleykümselam." deyip kalktı kadın, üzerine çarşafını giydi, bir kaba sarma koydu, evden çıktı.

Pantolonu katlayıp odasına geçti ve dolaba koydu Nidal. Bu dolap Enes Hamza ile Nidal'indi, ortak kullanıyorlardı. Evin dört odası vardı. Mutfak, içerisi, iki yatak odası. Onlara yetiyordu bile, şanslılardı. Bir odada halası ile Enes Hamza kalıyor, diğerinde babası ile kendisi kalıyordu.

Çekmecesini açıp defterinin arasındaki fotoğrafı aldı eline. Samimiyetle tebessüm eden altı kişi vardı fotoğrafta. Halası, henüz yeni doğmuş bir bebek olan Enes Hamza, eniştesi. Babası, kendisi, annesi.

Eniştesine gitti zihni. Acaba yaşıyor muydu? Bir gün İsrail askerleri evlerini basıp, eniştesini alıp götürdüklerinden beri ondan haber alamamışlardı. Ne yaşayıp yaşamadığını biliyorlardı, ne bir ölüsü vardı ne de dirisi.. Çok iyi bir adamdı eniştesi. Çok güzel baba olurdu Enes Hamza'ya, eğer oğlunu buyütebilseydi. Ama nasip olmamıştı işte. Enes Hamza, babasını hiç hatırlamıyor, Nidal'in babasına baba diyordu. Yani aslında dayısına. Canı yanıyordu genç kız bunlara tanık oldukça. Nice çocuklar babasız, annesizdi daha...

SON DÜŞÜŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin