Senin duanın gerçekleşmemesi başkasının duasının kabulüdür belki. Bir insana duasını yaşatırken nasıl giniyinirsin üzerine hüznü?
💐
Sanki birden tüm kuş seslerine sağır kesilmişti. Yalnız kuşlara da değil. Rüzgara, güneşe, çok sevdiği ağaçlara ve göğe...
Süreyya hanımın evindeydi. Tekerlekli sandalyede, pencere önündeki ahşap bir masanın başında oturuyordu. Patlamada kaybettiği bacaklarının üzerinde battaniye örtülüydü. Elindeki kalemle, önündeki deftere bir kaç satır karalıyordu. Son zamanlarda yaptığı tek tük şeyden biri de buydu. Kur'an okumak, ibadetlerini yerine getirmek ve içine ağır gelen, bir ay değil bin ay geçse de ağırlığı geçmeyecek olan hislerini yazmak.
"Bu satırları tekerlekli sandalyemden, kalan son dermanım ile yazıyorum. Yirmi üç yıl baktığı emanet aniden sahibine iade edilince hemen alışamıyor insan. Bu sözlerim isyanımdan değildir, çünkü ben o akşam bacağımdan çok daha değerli şeylerimi kaybettim.
İçimi saran derin yokluk hissi en güzel günleri bile kış mevsimine çeviriveriyor artık. Aşkın ve dayanışmanın olduğu yerde ölüm değil hayat vardı, öyle okumuştum bir kitapta. Hani, nerede hayat? Ben sağa bakıyorum, sola bakıyorum, ölümden ve acıdan başka şeye rastlayamıyorum. Belki de artık aşk eksik olduğundan.
Süreyya teyze aylar önce bir gün, yine bu odada, o zamanlar Eymen Mahir şu koltuğun üzerinde uyur ama nefes alırken bana söylediklerinde haklıymış. Hayat bize beklenmedik zamanlarda beklenmedik şeyler öğretirmiş. En mutlu günüm olması gereken zamanda, en acı günümü yaşadım ben mesela. Bir imkansızın peşine düşmüşüm meğer ben, mutluluk arayarak. Bata çıka bir şekilde yürünüyormuş bu yolda ama bir gün düşülüyormuş. Öyle bir düşülüyormuş ki, o zaman anlıyormuş insan düşmek ne demek. Hayatta hep mutlu sonlar yokmuş. Herkes ölüyormuş, her ne kadar herkes yaşamasa da.
Sevdiğim adam yok, halam, babam ve istisnasız her zaman içime neşe saçmayı başaran Enes Hamza'm yok. En acısı da, bizim içimizde kırıklar birikirken, bizi bu hale sokan zalimlere kimsenin ses çıkarmıyor oluşu. Ama artık bittim ben, ne ses çıkarmayanlara sitem edecek ne de daha fazla ses çıkaracak gücüm kalmadı.
Biliyorum, onlar şehadete aşık insanları öldürüyor. Ve o akşam o evdeki herkes şehadete aşıktı. Ama yine de... Keşke diyorum, keşke küçük bir mucit olmasaydın Enes Hamza..."
Kalem bir süre tereddüt ederek sayfanın üzerinde beklese de, karar verdi Nidal ve sayfanın en altına o gün şehit olan sevdiklerinin isimlerini bıraktı.
" Enes Hamza El Estal
Eymen Mahir Kenan
Süleyman Mahmum
Ayşa El Estal
Nidal Mahmum "Kendi ismini de ekledi genç kız çünkü o da aslında o gün ölmüştü. Tüm zamanı o dakikaların içine akıyordu sanki, orada bırakıyordu. Nefes alamayışları ve ciğerlerine hava gitmeyişi onu yine oraya, o zamana iteliyordu. Olmayan bir bacağının, olup da kullanamadığı ve her gece ağrıdan kendisini uyutmayan diğer bacağının karşısına her çıktığında da vardığı yer o akşam oluyordu. Tüm kapılar genç kızı oraya çıkarıyordu.
Kalemini bırakıp yaşlı gözlerle pencereden dışarıya, göğe baktı. Artık göğe bakmak ona ferahlık vermiyordu çünkü gök onlara yürüyen bir yıldız keşfettireli dünyada değil belki ama genç kızın dünyasında çok şey değişmişti. Yeni şeyler keşfetmişti kız, en ham haliyle acıyı ve en saf haliyle acımasızlığı.
Kalemi bıraktığı eline bir kısmı yıpranmış bez oyuncağı aldı. Enes Hamza artık onunla oynayamıyor, Süreyya hanım da Eymen Mahir'in çocukları için bir yenisini dikemiyordu. Yutkundu genç kız, yahut yutkunabildiğini sandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SON DÜŞÜŞ
Teen FictionSavaşın ve aşkın gerçekte ne anlama geldiğini en iyi onlar biliyordu. Bütün engellere, yıkımlara, kayıplara ve ayrılıklara rağmen direnmeyi seçtiler. En güçsüz anlarında birbirlerine tutundular. Ölüm ve diriliş onların hayatında el eleydi. Ve bir m...