İş yerimize çalışmak için geldiği ilk gün, mahçup, ne yapacağını bilemeyen halleriyle onu küçük bir kız çocuğuna benzetmiştim. Doğal olarak alışma döneminin acemiliğini yaşıyordu. Tanıştık. Ve rutin olarak, her işteki artıları, eksileri; kadroda kimin ne olduğunu konuştuk. O kadar gençti ki onu bazılarının eline bırakmaya gönlüm razı olmadı. Aslında bulunduğumuz mekan, kazıklarla, bubi tuzaklarıyla dolu. Eskiler için eğlence, onun için büyük üzüntüler olabilirdi. O vakitler, bu olumsuzluklarla baş edemez, yıpranır diye düşünmüştüm. Buraya tayin edilmesinin nedeni, eş durumu idi. Nikâh kıyılmış, bir aya kadar da düğünleri olacak. Öyle böyle, konuşa konuşa aramızda sıcak bir arkadaşlık başladı. O uygun oldukça hep beraberiz. Eşiyle yaşayacakları eve götürüyor beni, tam hız son işler yapılıyor. Badana boya, fayansların değişmesi, vs. Bir bayan olarak benim de görüşlerimi alıyor. Açıkçası hoşuma gidiyor bu hali. Sahip olmak isteyip de hiç sahip olamadığım bir kız kardeşe kavuşmuş gibiyim, beni mutlu ediyor. Bu arada beni müstakbel eşiyle de tanıştırıyor. Sakin, efendi bir adam. Aralarında epey yaş farkı olsa da bana göre ilişkileri iyi yolda. Günler geçip gidiyor.
Düğünleri yapılıyor ama, ben kendi olumsuzluklarından dolayı gidemiyorum. Fakat, tüm yüreğimle yanlarındayım, mutlu olmalarını çok istiyorum. Benim evliliğim başarısız olduğu için, ne vakit böyle gençlere denk gelsem, tanısam da tanımasam da canı gönülden mutlu olmalarını dilerim. Zira hayat öyle zor ki güvenilir bir eş her zaman artı puandır bu gailede. Yine zaman akıp geçiyor. Ha arada tartışmaları olmuyor mu?! Tabii oluyor. Evlilik bu! Kavgasız olmaz! Yanıma geliyor böyle dar anlarında. Konuşuyoruz, olur böyle şeyler diyorum, iyi geliyor ona. Gerçi iyi günlerinde beni arayıp sorduğu yok ama olsun! Onlar daha yeni evli sayılır. Sık sık arayıp sıkıntı da vermiyorum, o ararsa. Çünkü birbirlerini tanımaları gerek. Öyle sevgililik günleri gibi değil ki evlilik! İyi huy, kötü huy beraber yaşadıkça ortaya çıkıyor. Derken bir bebek beklediklerini öğreniyorum. Bu, daha da güzel! Bir kızları oluyor, dünya tatlısı!
Her şey doğal akışında seyrederken, bir şeyler değişiveriyor aniden. Ha ha! Sinirden gülüyorum. Kader ağlarını örüyor diyelim klasik olarak.Arkadaşım bizden ayrılıp kısa bir süreliğine başka bir yere gidiyor ama, asıl kadrosu bizde. Yine fırsat buldukça beraberiz, ufaklık da büyümekte. Vakti gelince yine yanımıza geliyor ama, bu sefer farklı bir kötü yaşıyoruz. Hepimizi darmaduman edecek bir değişiklik. Yeni bina yapıldı diye bizi alıp dağın başına taşıyorlar. Şehrin merkezindeki hoş yaşantımız bitiyor. Tabii bu taşınma aşamasında batan gemiyi önce fareler terk ediyor. İşini uyduran, başka yere kapağı atıyor.
İlk zamanlar çok zor geliyor o uzağa gidip dönmek. Üstelik etrafımızda ihtiyacımızı karşılayacak hiçbir yer yok. Göz alabildiğince dağ tepe. O an ağlamayı bile beğenemiyoruz. O kadar ki kötü. Tecrit edilmişiz adeta. Yapayalnız, ne halin varsa gör tarzı bir hal. İlk şaşkınlığı atlatınca birbirimizi teselliye başlıyoruz, buraya katlanmanın tek yolu yine birbirimizden güç almak. İlk birkaç günün ardından:
- "Yeni bir iş teklifi aldım." deyince yüzüm değişiyor."Hani hep beraber olacaktık?!" Aklımdan ilk geçen bu ama, susuyorum. O ise ha bre anlatıyor:
-" Seni de aldırırım oraya, yine beraber çalışacağız. Vs., vs."
O anlatıyor da ben pek inanamıyorum. Ertesi gün hemen başladı zaten çalışmaya yeni iş yerinde. Gerçekten öz kardeşimi kaybetmiş gibi hissediyorum. Bir birkaç gün daha geçiyor. Bir mesaj atıyor telefonuma, yarın bulunduğu yere gitmem için. Beni unutmadı diye seviniyorum çünkü, açıkçası beni arayacağını ummuyordum. Bu his, içgüdüsel bir şey.
Binanın büyük kapısından girip bakınıyorum odasını bulmak için. Zor olmuyor kocaman,süslü harflerle yazılmış plakayı görüyorum oda kapısını sağ üst köşesinde. Sevinçle ve heyecanla usuldendir diye kapıyı tıklatıp giriyor içeri. Devasa görgüsüzlük eseri bir masanın ardından bana bakıyor ama, bu benim birkaç gün önce bıraktığım insan değil.
-" Buyrun, görüşmemişti yapalım." diyor. Uzak mı uzak! Resmî mi resmî! İçine şeytan kaçtığını düşünsem de bir ara insan işte, diyor bir yanım. Sessiz kalıp oturuyorum gösterdiği yere. Bu tepeden konuşmalarına, patron edalarına devam ediyor. Üzülüyorum, meğer arkadaşım o birkaç gün önce ayrıldığımızda ölmüş. Ne onun vereceği işe ne de ona ihtiyacım var. Ama gitmeden önce güzel bir şeyler söylemeliyim. En saygısız halimle sırtımı koltuğa yaslıyorum, bir bacağımı diğerinin üzerine atıyorum, en alaycı ses tonumu buluyorum:
-" Çingeneye krallık vermişler, önce kendi babasını kesmiş!"
Gayet sakin kalkıyorum yerimden, oda kapısını ardına dek açık bırakıp çıkıyorum. "Allah sonradan görmelerden korusun! Sonradan görme, gavurdan dönme." gibi benzer sözleri küfür gibi savurup çıkıyorum. İyi ki de böyle bir kardeşim YOK!..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİRAZ GARİP ÖYKÜLER
Short StoryYaşamdan kesitler.Karşılaştığım değişik insan portreleri. Aslında öyküler değil, kişiler biraz garip...