Rahmetli, inançlı, doğrudan ayrılmayan bir insandı. İbadetlerini hiç ihmal etmez, ağzında Allah lafı düşmezdi. Ama, biraz fazla iyi niyetliydi ki bu yönü kimi insan tarafından enayilik olarak değerlendirilirdi. Birkaç kere de dolandırılmıştı ama, o iyiliğin hâlâ var olduğuna inanmıştı. Yüzünden gülümsemesi hiç eksik olmazdı da. Sanki bu dünyaya ait değildi. Çoğu kişi gibi aldatıldığı anlarda bile hiç öfkelenmedi. Temiz yüzüyle tepkisiz kaldı. Karısı ise, ağzına geleni söylüyordu her fırsatta bu saflığına. O, son nefesine dek duruşunu hiç bozmadı. Namazını kıldı, duasını etti, inancını hiç kaybetmedi.
Bahçesiyle uğraşmayı çok seviyordu. Bölüm bölüm düzenlemişti geniş sayılabilecek araziyi. Bir yerde mısırlar, domatesler, biberler, salatalar; diğer yanda çilekleri ve meyve ağaçları. Ama ne zamandır bir tane de limon fidanı dikmek istiyordu. Hanidir arıyordu da denk gelmemişti. Nasip diye bekliyordu. Günlerden bir gün, yaşı yetmişi geçkin olmasına rağmen bir çocuk neşesiyle, elinde bir limon fidanıyla eve döndü. Sonunda denk gelmiş, nasip olmuştu bulmak. Fidanı itinayla bir kenara koydu. Keyiften türkü söylemeye bile başladı. Sesini duyan hanımı, ne oldu gibisinden bahçeye çıkmış, onu seyrediyordu:
-" Ne oldu be adam?! Bu ne neşe?!"
-" Buldum sonunda, bak orada!" diye neredeyse ölmüş fidanı gösteriyordu.
-" A Allah'ın şaşkını! Seni yine kandırmışlar. Baksana solup gitmiş bu, diksen de hiç tutar mı?!"
Rahmetlide biraz sert adam da vardı:
-" Sen anlamazsın! Git kendi işine bak sen!"
Kadın laf anlayamayacağını düşünüp tekrar eve giriyor. O coşkuyla kazma ve küreği alıyor. Kendince bahçenin en uygun yerine, güzel bir besmele çekerek dikiyor fidanı. Bir çocuğu sever gibi cılız yapraklarını okşuyor, can suyunu veriyor. Sonra da karşısına geçip oturuyor ve seyrediyor bir süre. Aklında bin düşünce. Yaşı artık oldukça ilerlemişti, her an emri Hak gelebilirdi. Acaba son nefesini vermeden bu fidanın boy attığını görebilecek miydi?! Bu tuhaf hevese kendi aklı da ermiyordu ama, fidanın tutup yeşermesini çok istiyordu. Bir vakit sonra eve girdi.
Günler geçiyor, limon fidanına tüm ilgisini vermeye devam ediyor, onunla konuşuyor hatta. Karısı onun yavaş yavaş aklını oynattığına inanmaya başladığı için onu kendi haline bırakmıştı. Bir sabah:
-" Aaaa! Fidan tutmuş!" diye bağırınca kadın, o yataktan fırlayarak attı kendini bahçeye. Gözlerine inanamadı. Duygusaldı da. Göz yaşlarını tutamadı. Fidana yaklaştı, bir yaprağını öptü, yüzünü sürdü. Allah duasını kabul etmişti. Herkesin alay ettiği, kurumuş dediği fidan yeşermişti.
Bir zaman sonra gözlerini bu dünyaya kapattı. Doktor, soğuk algınlığı demişti gittiğinde, yoksa bir şeyciği yoktu. Aramızdan ayrılıverdi. Limon fidanı, limon ağacı oldu. Ta ki mirasçıları evi satana kadar. Satılınca bahçedeki her şey, tüm güzellik yok edildi. Yerine çok katlı, çirkin bir market diktiler. Ama dedemin bahçesi, aklımda bir masal bahçesi olarak kaldı ve yaşamaya devam ediyor. Çünkü bana öyle bir miras bıraktı ki her şeyden değerli: İnanç!
Bu dünyadan maddeye değer vermeyen, dualarıyla yaşayan biri geçip gitti. Böyle insanlar da var...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİRAZ GARİP ÖYKÜLER
Storie breviYaşamdan kesitler.Karşılaştığım değişik insan portreleri. Aslında öyküler değil, kişiler biraz garip...