Kaçıncı uykumdaydım bilmiyorum. "Pilavın yanına domates de ister misin ibo?!" Sanki yatağımın dibinde bağırıyor kadın. Uyanıyorum, gayriihtiyari elim yakınımdaki komidine uzanıyor. Orada duran telefonu alıp saate bakıyorum. Saat sabaha karşı üç. Bir an hangi ayda olduğumuzu hatırlamaya çalışıyorum. Aslında buna da gerek yok. Temmuz sıcağı cayır cayır. Hani sahur falan da değil. Gerçi öyle olsa da biraz düşünceli olmak gerek. Apartmanlar o kadar yakın ki birbirine... Benim yatak odam ile onların mutfağı arasındaki mesafe en fazla üç metredir. Öylesine yakınız! Ses kesiliyor derken. Herhalde boş bulundu falan gibisinden düşünüyorum. Çünkü huyumu biliyorum, takarsam sabaha kadar uyuyamam. Zaten erkenden işe gideceğim. Tekrar kendimi yatağa bırakıyorum, tatlı bir uyku beni sarıyor.
-"Gerçek bir Romalı asla yenilmez! Hücuuuummm!" İkinciye sıçrıyorum yerimde. Şimdi de mutfakta film seyrediyorlar. Daha önce perdeyi kapatırken görmüştüm. Ufak bir tv. var mutfakta. Dişlerimi sıkıyorum sinirden, tırnaklarımı yastığa geçiriyorum. Bir yandan da sabır, sabır, sabır diye durmadan tekrarlıyorum. Bu arada yine kontrol ediyorum, saat üç buçuk. O hışımla yerimden fırlıyorum, iki adımda pencerenin yanına varıyorum:
-" Kapatın şunu! Sabah erken işe gideceğim!"
Ses birden kesiliyor da ben sabahı sabah ediyorum. Ertesi gün işte de tüm gün baygın baygın dolanıyorum. Tek istediğim, işten çıkınca eve gidip hemen uyumak. Bir ara midem bulanmaya başlıyor. Beraberinde baş ağrısı. Halim berbat.
Odama girince üzerimi bile değiştirmeden yatıyorum. Kalkınca duş alıp değiştiririm, öylesine halsiz hissediyorum kendimi. Yüzüstü yastığa düştüğüm an dalıyorum galiba.
-" Yanayım yanayım, ateşlerde yanayım!...."
Yüksek sesle müzik dinliyor kadın. Bir yandan da tencere, tabak sesleri. Bir de başka biri daha var. Ohoooo ne dedikodular!.. Yine pencereye gidiyorum, ufak çaplı bir tartışma yaşıyoruz. Gece olduğu gibi ses kesiliyor hemen ardından. Bunlar o eve yeni taşınmışlar, daha önce hiç böyle sıkıntı yaşamamıştık. Bu anlattıklarım sadece başlangıç. Günler birbirine benzer devam ediyor. Ben sıkıntılı ve uykusuz, onlar oldukç rahat. Evin diğer odaları kullanılmıyor. Anne, baba ve ergen oğulları hep mutlaktalar. Sabah işe giderken mutfakta bırakıyorum onları, dönüyorum yine oradalar. Dünyaları yemekten ibaret.
Aslında şikayet edebilirim yetkili mercilere de onları o kadar dinlemiştim ki maddi durumlarının iyi olmadığını biliyorum. Neden para cezası alsınlar?! İdare ediyorum. Çok sıcak olmadığında pencereyi kapatıyorum, bazen salonda uyuyorum.
Bir zaman geldi öyle zıvanadan çıktılar ki salonda da rahat edemez hale geliyorum. Kadın kendi kafasına göre birkaç arkadaş bulmuş. Ve yine mutfakta toplanıyorlar ve gerçek anlamda kopuyorlar. O ne laflar anlatılmaz, yaşanır. Arada kahkahalar. Cadı kazanı etrafında toplanımış ucubeler gibiler.
Yine böyle mutfakta kazanı fokutdattıkları bir gece de polisi arıyorum. Ama, nedense kimse cevap vermiyor. İkiye katlanan öfkemle başlıyorum:
-" Bu evin başka odası yok mu?! Uyumaya çalışıyorum, yarın sabah siz uyurken ben işe gideceğim!"
Ev sahibi kadın, nur olmayan yüzüyle bana ilginç bir cevap veriyor:
- Kıskandın mı şekerim mutluluğumuzu?! Buyur sen de gel!"
O an nerden estiyse aklıma Kaşgarlı Mahmut'un derlediği atasözlerinden biri geliyor:
-" Taş üzerinde ot, yavşakta ar olmaz!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİRAZ GARİP ÖYKÜLER
Truyện NgắnYaşamdan kesitler.Karşılaştığım değişik insan portreleri. Aslında öyküler değil, kişiler biraz garip...