Lord Voldemort için sabırlı bir adam denilemezdi ancak sabrının bu denli zorlandığı da hiç görülmemişti.
Ona tüm hayatının en çalkantılı duygularını hissettiren kadın bütün o çaba gösterilmemiş çekiciliği ile karşısında oturuyordu.
Lânet olsun!
Voldemort bu işkenceye katlanmak için ne gibi bir günah işlemişti?! Karanlık Lord olmasını saymazsak eğer.
Çikolata. Voldemort bu basit tatlının onu bu denli sarsacağını asla düşünmemişti.
Özellikle bir parçası, Voldemort'u çıldırtan o kırmızı dudaklarda kaldığında asasına uzanmamak için kendini zor tuttu.
Asasıyla ne yapacağını tam olarak kestirmemişti ama düşünce yetileri de zaten bugün epeyi zorlanmaktaydı.
Belki düşmanına hak ettiği dersi verip zindanında zincirlere bağlayabilirdi.
Belki de onu gözlerden uzak ıssız bir adaya hapsedebilirdi.
Bu ve benzeri fikirler beynine doluşurken sonunda o tatlı kurtuluş geldi ve çikolata bitti. Potter biten tabağa hüzünlü bir şekilde baktığında Voldemort araya girdi. Genç kızın bir tabak daha istemesi kesinlikle kabul edilemezdi.
"Yarın sabah bir şifacı seninle ilgilenmek üzere burada olacak. Daha uygun bir kıyafetle hazır bir şekilde bekleyeceksin."
Potter'ın yüzündeki masum ifade kaybolup sertleşti. İşte şimdi ona karşı koyan cadıya benziyordu.
"Hayır."
Voldemort bu cevabı bekliyordu.
"İtiraz istemiyorum. Kendi hayatını umursamayabilirsin ama-"
"Ama ne?"
Gerçekten ne söylemeliydi? Bebeklerin hayatını mı? Henüz bu konudan bahsetmenin zamanı değildi.
"Düşünmen gereken birileri daha var."
Voldemort gayet merhametli davranmıyor muydu? Bu bir karanlık lord için büyük bir adımdı. Düşüncesiz cadı ise karşı koymakta diretiyordu.
"Bu seni hiç ilgilendirmez. Ve beni burada zorla tutabileceğini sanıyorsan yanılıyorsun."
Genç kızın gidebileceği düşüncesiyle tüm sağduyusu yerine patlamaya hazır olan bir öfkeyi bıraktı. Onu gerçekten bırakacağını zannetmiyordu, değil mi? Tekrar savunmasız bir şekilde, lanet başka bir pisliğin kirli ellerine?
Geriye yaslandı. Kızıl gözleri tehlikeli bir şekilde parladı. Saldırmaya hazır bir basilisk gibiydi.
"Ne yapmayı planlıyorsun, Potter? Nereye kaçmayı? Kanada mı? Avustralya mı? Seni bulamayacağımı mı sanıyorsun?"
Bana ait olanları da yanında götürebileceğini mi sanıyorsun? dememek için kendini zorladı. Henüz...
Potter'ın zihninden geçenler barizdi. Nasıl tahmin edebildiğini düşünüyordu. Ancak bu bir tahmin değildi. Bulanıkla birlikte yaptıkları planların hepsi Voldemort'a açıktı.
Potter gergin ellerini saçlarından geçirirken zihni ihtimallerle doluydu.
"Burada kalamam. Beni arayacaklardır. Hermione şu an meraktan çıldırıyor olmalı. Ve Dumbledore mutlaka--"
Karanlık Lord bütün hiddetiyle kükredi.
"O ismi benim yanımda anma! Dumbledore ve yandaşları sana bir daha asla ellerini süremeyecekler."
Genç kız son cümlenin ne kastettiği hakkında bir fikir sahibi olmalıydı ki yüzü kireç kesildi. Asla düşünmeyeceğine yemin ettiği o korkunç olayı hatırladı.
Voldemort tetikteydi. Potter'ın sihrinin yine ani bir şekilde yükselip bebeklere tehlike arz etmesini istemiyordu. Aksi taktirde genç kızı sersemletmesi gerekecekti ki bu da bebekler için pek iyi olmayacaktı. Yine de iki farklı tehlikeden en az zararlısı buydu.
"Kimdi o?"
Bu soruyu öyle sessizce söylenmişti ki Voldemort zihin bağlantıları olmasa anlamayacaktı.
"Severus Snape. "
Masadaki bütün bardaklar bir anda parçalandı. Genç kızın eline son anda aldığı tabak ise yere düşüp parçalara ayrıldı.
Oda gergin bir sessizliğe bürünmüştü.
Potter'ın kafasında patlak veren dehşet türbülansı Voldemort'u ayağa kalkmaya zorladı.
Usulca, tehlikeli bir yılana yaklaşırcasına masanın diğer tarafına adım attı.
Ellerini sakinleştirici bir sihirle donatıp saten sabahlığın üzerinden genç kızın omuzlarına dokundu.
Potter önce ürkerek titredi sonrasında bedeninden yayılan ve aynı zamanda bebeklere ulaşan sakın ancak o kudretli sihre izin verdi.
Şimdi başı öne eğikti. Elleriyle yüzünü kapamıştı. Gözyaşlarını saklamaya çalışıyordu. Sessizdi. Zaten Voldemort, Potter'ı asla histerik bir şekilde görmemişti.
Karanlık Lord'un elleri satenin üzerinden yumuşak hareketlerle masaj yapmaya koyuldu. Uzun parmakları bir piyanistin kıvraklığına sahipti ve güçlüydü.
Eğildi. Düşmanın kokusunu içine çekinceye kadar eğilip dalgalı kuzguni saçların arasından kulağına fısıldadı.
"Şu an zindanımda... çaresiz... nerede olduğunu dahi bilmiyor... elleri ve ayakları bağlanmış bir şekilde... onu saracak gazabın gelmesini bekliyor... ama farkında değil... kimin onu tuttuğunun... kimin öfkesini üzerine çektiğinin... neredeyse nelere zarar verebileceğinin..."
Şimdi dudakları zarif kulağa değiyordu. Gözleri kapalıydı. Bakmaya ihtiyacı yoktu.
Potter'ın zihnine açılan penceresi ona daha renkli bir dünyanın kapılarını aralıyordu.
Genç kızın ne hissettiğini biliyordu. Sihrinin gücüyle nasıl titrediğinin... Her kelimesiyle karanlığa çekilen Persephone misali nasıl cezbedildiğinin...
"Zindana inip onu mahvetmek çok kolay... Ona sonunda hak ettiği dersi vermek... Severus Snape'e bir karanlık lordun dehşetli öfkesini hissettirirken izleyebilirsin..."
Sağ Kalan Çocuk başını kaldırıldığında yüzü ıslaktı ancak gözleri çelikten bir kinin karanlığına bürünmüştü. Zümrüt gözler, tüm zamanların en dehşetli Karanlık Lord'ununkiyle birleştiğinde Lord Voldemort ilk kez kehanette bahsedilen ekolünü gördüğünü farketti.
Hailey Potter kararlı bir ifadeyle,
"Ne bekliyoruz o zaman?" deyince bir Karanlık Lord'a layık bir şekilde sırıttı.
Gülüşü kanlı bir geceye söz veriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hailey Potter - Sağ Kalan Çocuk
FanfictionHailey Potter, Dumbledore'un üzerine yüklediği sorumluluklardan, Dursleylerle geçirdiği ev denilen cehenneminden ve Voldemort tehlikesinden artık sıkılmıştır. Sıradan bir genç kızlığa duyduğu özlemle, tasını tarağını toplayıp, ünlü bir bara, 'alkol...