kollarımı saran bez parçalarından kurtulurken yavaş yavaş geride bıraktığımız sokaklara baktım. burada olmaktan nefret ediyordum.Radisum'un bulunduğumuz kısmına haritada dahi yer verilmemişti. Timor adlı, neredeyse tüm yıl tek mevsim yaşayan, oldukça az nüfuslu bu kasaba çoğu insan tarafından bilinmiyordu bile.
kasaba sınırları içerisine izinsiz girmek ve bir kere girdikten sonra onay almadan çıkmak yasaktı. yasaklar çiğnenirse hangi deliğe girersen gir seni bulurlardı. çünkü köstebek olmandan şüphelenilirdi çoğu zaman. cezası ise basitti. ölüm. ele ve dile kolay.
formalite icabı göreve getirilmiş bir kaç polis vardı. güya kasaba içerisinde huzur ve sağlığı sağlıyorlardı ama tek yaptıkları üç maymunu oynamaktı. her türlü pis ve illegal iş döndürülüyordu. gün içerisinde biraz hava almak için dışarı çıktığınızda, evinizin arkasında birini öldüren adamlar görebilirdiniz ve oldukça normal karşılanırdı. karşılanmalıydı.
Timor'da anca acımasız olursan hayatta kalırdın. ailem gibi. annem orada dünyaya gelmişti. kız kardeşiyle birlikte pislik içinde büyümüş, ilk adımını atmadan bıçak tutmayı öğrenmişti. henüz 9 yaşında birini öldürmüş, ilk cinayetiyle bedenini kurtarmıştı. 16 yaşında kendi isteğiyle bedenini satmış, o adama aşık olmuştu. bir kaç pis işini halletmek için Timor'a gelen 20'lerinin başındaki adam bekaretini aldığı kadınının güzelliğine dayanamamış, onun için aldığı izinle kurtarmıştı onu Timor'dan.
ama daha da pislik içine batırmıştı. 16 yaşındaki küçük genç kız o adamla Rusya'ya uçtuğu gece büyümüştü. insanların acımasızlığıyla yüzleşmiş, ilk çocuğunu dünyaya getirene kadar cinayet üstüne cinayet işlemişti.
karnı burnuna geldiğindeyse konmuştu kapının önüne. başka bir kadın, anneme karşı tercih edilmişti. eli karnında, yaşlı gözleriyle boş boş tanımadığı caddelerde yürürlen 30larının başında bir adam onu yanına almış ve nasıl hayatta kalacağını öğretmişti. o zamanlar rus mafyalarının önde gelenlerinden olan Anton Raskolnikova, annemin ve karnındaki bebeğin hayatını değiştirmişti.
hayatında yeni bir adam olmasına rağmen eski eşini unutamayan annem içinde o kadına beslediği kinle büyütmüştü beni. o ikisinden nefreti öğrenmiştim. kin beslemeyi öğrenmiştim. öfkeyi öğrenmiştim. kan akıtmayı, intikam almayı, işleri istediğim yöne saptırmayı en önemli düşünmeyi. üvey babam Anton'dan bana kalan en önemli hazineydi bu. kendimi bildim bile onun planlarını, yönetiş şeklini dinlemiş, onun gibi düşünmeyi öğrenmiştim.
şimdiyse Timor sokaklarına gireli bir kaç dakika oluyordu. bir kaç gün önce akıttığım kanın karşılığını canımla almamdan korkan annem, elimden tuttuğu gibi sürüklemişti beni buraya.
öz babamın oğlunu, bir kaç gün önce hayatımda ilk defa gördüğüm üvey kardeşimi öldürmüştüm. babamı benden çalmış o çocuk bunun karşılığını canıyla ödemişti. aynı ailemden öğrendiğim gibi. aynı yetiştirildiğim gibi.
8 yaşıma girdiğimde ve öz babamı ilk defa gördüğümde doğum günü kutlaması yapıyordu. benimkini değil, 7 yaşını yeni doldurmuş oğlunun doğum gününü kahkahalar eşliğinde kutluyor, ona iltifatlar yağdırıyor ve nasıl büyüyüp aynen onun gibi olacağından bahsediyordu.
ben Ruby Jane o gece kendime bir söz vermiştim. dünyanın o adam gibi bir pisliğe daha ihtiyacı yoktu. işte tam da bu yüzden üvey kardeşimin 17 yaşına bastığı gece, karşımdaki öz babammış gibi ona diz çöktürmüş, yalvartmış ve sıkmıştım kafasına.
kan damlalarıyla süslemiştim yeni yılı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
moonlight || jenkai
Fanfiction"o günle birlikte on dört. tam olarak on dört kişiyi öldürdüm, jongin. sadece sen ölme diye."