park chaeyoung ile bu kadar kısa sürede bu kadar yakın olmak belki de büyük bir hataydı.gerçekten büyük bir hataydı.
beyaz, siyah çizgili tişörtümü başımdan geçirirken "aklındaki neydi? beni o halimle merdivenlerden aşağıya sürüklemek mi?" diye söyledim.
elindeki fırçayı saçlarından geçirirken bir kez daha göz devirdi ve cevap vermemeye devam etti. bir kere hatalı olduğunu kabul edip özür dilemiş ve tüm söylenmelerime susmuştu.
siyah şortumu bacaklarımdan geçirip iplerini çekiştirdim. "hayır, üstelik bugün cumartesi. sabahın beşinden burada ne işleri var?"
"bu onlar için artık alışkanlık gibi bir şey. her cumartesi buraya toplanırlar. her zaman ben bunun dışında kalırdım ama lalisa da geldiği için kalkmak zorunda kaldım. lalisa ne alaka geldi hiç bilmiyorum. şimdiye kadar hiç katılmamıştı. o kadar erkeğin içinde vakit geçirmekten nefret eder."
tarağı elinde yavaşça çevirerek gözlerini yere diktiğinde uzunca, aralıksız bir şekilde konuştu. uzun konuşması dikkatimi dağıtırken ellerim başıma yükseldi hafifçe saçlarımı karıştırdım.
bir süre daha öylece durup düşündükten sonra her neyse diyerek omuzlarını silkti ve kolumdan çekiştirerek beni aşağıya indirdi.
mutfağa girdiğimizde fazla geniş olmayan masanın etrafına doluşan erkek kalabalığına bakındım. lalisa mutfağa girmemizle yanımıza koşuşturduğunda ağlar gibi bir ses çıkardı.
"ne alaka?"
chaeyoung ona dönüp iki kelimelik bir soru sorduğunda dudaklarını büzüp kaşlarını çattı ve işaret parmağıyla birini gösterdi.
"sabahın beşinden kapıma dayandı. zorla getirdi."
gözlerim kim jongin'e dönerken elindeki bardağı dudaklarına değdirip boştaki elini havada salladı. "günaydın."
chaeyoung buna pek takılmayıp zorla kaldırdığı ikizinin yerine otururken sehun ayaklanıp yerini lalisa'ya verdi ve sırtını duvara yasladı.
herkes büyük bir kaos eşliğinde masaya koyulmuş bir kaç tabaktan bir şeyler yerken bu ortamdaki yerimi sorguladım.
şu an neden buradaydım?
burada ne işim vardı?
onlar kimdi?
derin bir nefes alıp gözlerimi yumduğumda hafifçe yanaklarıma vurdum. masanın etrafından sıyrılıp kenara koyulmuş su şişesine uzandım ve kendime bir bardak su doldurdum.
kim jongin yanıma gelip elindeki kupanın içine su döktüğünde yüzümü buruşturmadan edemedim. her ne içtiyse tadı suya da karışacaktı.
"onlarla tanışmayacak mısın?"
bana yönelttiği soruyla ikinci karşılaşmamız olmasına rağmen kim olduğumu ne olduğumu asla umursamayan kalabalığa baktım.
"umrumda değiller."
yanından sıyrılıp kapıya yöneldiğim sırada tekrar konuştuğunda dediği şeyle adımlarımı durdurmak zorunda kaldım.
"beyler, kedi sizinle tanışmak istiyormuş."
mutfaktaki gürültü birden kesilip tüm gözler üzerime döndüğünde elim tişörtümün eteğini kavradı ve yüzüme zoraki bir gülümseme yerleştirdim. ardından bakışlarıma ona çevirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
moonlight || jenkai
Fanfiction"o günle birlikte on dört. tam olarak on dört kişiyi öldürdüm, jongin. sadece sen ölme diye."