6

606 64 17
                                    


dalgın bakışlarımı yerden çekip ara ara üzerime dönen gözlere diktim.

"yeni kız okulda. şu an herkes ruby jane olabilme ihtimalini hesaplıyordur sanırım."

omzumdan kayan çantamı düzeltirken kollarımı birbirine sardım. "burada olmaktan nefret ediyorum." diye mırıldandığımda beni tamamen yalnız bırakan özgüvenime lanet ettim.

chae bir kaç dakika önce düşürdüğü kolunu tekrar omzuma yükseltirken adımlarıma yön verdi. o sırada biraz ileride bir bağırış koptu. kalabalığın oraya toplanması gerekirken tam tersi oldu ve herkes ayrı bir köşeye koşuşturup saklandı. bizde o sırada adımlarımızı durdurduk.

bağıran uzun, siyah saçlı kıza baktım. gri pileli eteği, beyaz bir gömleri ve aynı şekilde ri bir ceketi vardı. dizinin üzerine kadar çektiği siyah çoraplarının altına siyah, rugan, topuklu bir ayakkabı geçirmişti. birlikte itici veya kötü durması gereken bu ikili tam tersine onu daha da tapılası hale getirmişti.

yüzü güzeldi, fiziği güzeldi.

saçlarını omzuna toparlayıp kırmızıya boyadığı kalın dudaklarını yaladı. kollarını birbirine sararken gözlerini karşısındaki ondan uzun çocuğa dikti. "kaldır."

dediği şeyle gözlerim yerdeki çantaya kaydı. bu yüzümde bir gülümseme oluştururken başımı yana yatırdım.

çocuk eğilip elini uzattığı sırada kız atağını kaldırıp ayakkabısının sivri kısmıyla çocuğun eline bastırdı. koridorda kalın bir ses yankılandığında "birine çarptığında özür dilemelisin değil mi? çarpan sen değilmişsin gibi kaçmaya çalışmamalısın?"

tek kaşım havalanırken çocuğun ona neden karşılık vermediğini düşünüyordum ki "sikmişim ailesini." diye bağırıp boştaki eliyle ayak bileğini yakaladı ve çekti. kız böyle bir şeyi beklemiyor olacak ki dengesini koruyamayıp kalçasının üzerine düştü.

chaeyoung beni bırakıp hızlıca oraya doğru koştuğunda kızın yanında çöktü ve kısaca çocuğa bakıp yerdekiyle ilgilenmeye başladı.

"kuzenin arkasına sığınıp durman sıktı artık. ondan başka kimin var? neyine güveniyorsun? özgüvenin yerle bir oluşu seni yalnız yakalayışıma bakar."

ardından gelen iğrenç bir gülüş.

mide bulandırıcı.

"sen canına susamışsın."

chaeyoung bağırdığında çocuk bir kaç adım ilerleyip önünde düz çöktü. gözleri biraz bacaklarında dolandıktan sonra onu omzundan bir kez ittirdi.

"peki sen neyine güveniyorsun? her gün altına girdiğin o herife mi?"

kollarımdan avuç içlerime doğru akışını hissettiğim sinir bir kaç dakika önce kaybolan özgüvenimi de birlikte getirdiğinde omzumdaki çantamı kaydırıp yere düşürdüm. hiç kimse beni umursamadı. herkes ilerideki çocuğun başına geleceklerden bahsedip durdu.

ileri doğru bir adım attığımda dakikalardır koridorun sonunda dikilmiş olanları izleyen çocuğa baktım. kuzenime. ileride herifin teki tarafından aşağılanan kuzenimin ikizine. bu ben güldürdü.

onlara doğru adımlarken "peki ya sen neyine güveniyorsun?" diye bağırdım.

bakışlarını üzerime çevirmedi bile. meydan okuyuş şekli hoşuma gitti. adımladım, adımladım ve adımladım. daha sonra hemen yanında durup yerde öylece hiçbir şey yapmadan duran iki kıza baktım.

neden duruyorlardı?

hala yerde diz çökülü olan çocuğun ensesindeki saçları kavrayıp geriye çektim. bağırdığında biraz daha çekiştirdim.

"cevap versene? iki bacağının arasındaki sike mi?"

bileğimi kavradığında az önce kızın topuğuyla bastığı el olduğunu fark ettim. gevşek tutuşundan belliydi. elini kavrayıp avucunun tam ortasına bastırdım.

"biliyor musun? yerinden söküp atması saniyeler sürüyor."

hissettiği acı sebebiyle bağırmaya devam ederken chaeyoung ayaklanıp omzumu kavradı. ardından diğer kız da kalktı.

"ayağa kalkmanız için birinin müdahale mi etmesi gerekiyordu?"

onlara tamamı alay kokan bir soru yönelttiğimde bileğimi kavramaya çalışan çocuğun avucuna daha da fazla bastırıp bağırışlarını dinlemeye devam ettim.

"bu jongin!"

bir köşeye sinmiş sessizce olayı izleyen insanlar koridorda duyulan isimden sonra o köşelerini de terk ettiler ve tamamen alanı boşalttılar.

ne yani, okuyor muydu?

çocuğun elini bıraktığımda gözlerimi onun ayaklarının hemen dibinde olan çantama diktim.

gözlerini yere indirip siyah çantaya baktığında ileri doğru birkaç adım attım. ona yaklaştıkça bakışlarını yerden çekip üzerime dikti.

hemen önünde durdum hafifçe eğilip çantamı yerden aldım. onu tekrar omzumdaki yerine gönderirken bakışlarımı yüzüme diktiği gözlerinden çekmedim.

bir süre öylece karşılıklı dikildik.

ardından anlam veremediğim ve saatlerce alakasını sorgulayacağım bir şey yaptı. elini öne doğru uzattı ve yana eğdiği başıyla konuştu.

"ben jongin."

moonlight || jenkai Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin