sessizce içimde sakladığım pişmanlıklarımdan kaçmak istemiştim. üstlerine bir yenisinin daha eklenmesine izin vermemek. işte bu yüzden burdaydım.
kalabalık sesizliğe bürünmüş bir şekilde beni izlerken aralarından biri "kim bu orospu? adam mı çağırdınız lan? hani eşit bir şekilde kavga ediyorduk?" diye bağırarak jungkook'un üstüne yöneldi. bakışlarımı yarı baygın bedenden ve yanındaki tanıdık yüzden çekmeden silahı havalandırdım ve ateş ettim. "kaç kişi gelmişler hala eşitlik diyor." diye söylendim. gözlerimi yumup derin bir nefes aldığımda kendimi sakinleştirmeye çalıştım.
"ayağa kalk." diye konuştuğumda bakışlarımı jungkook'a çevirdim. "sinir bozucu."
jungkook ayağa kalktığında bizimkilerin duvar kenarında toplandıklarını gördüm. mahvolmuş yüzleriyle birbirlerine baktılar ve güldüler. saniyeler önce aralarından biri ölümcül bir hasar almak üzereyken tam şu an gülüyorlardı.
gerçekten gülüyorlardı.
hepsini tek tek gözlerimle kontrol ettiğimde hiçbirinin ciddi bir yara almamış olması beni biraz rahatlattı.
ileri doğru kendimden emin bir adım attığımda "sizinle bir işim yok." diye konuştum. "arkadaşlarımı alacağım ve gideceğim."
arka tarafta duvara yaslı duran beden sebebini anlamadığım bir şekilde bana daha da özgüvenli hissettirirken bu işin içinden öyle kolay sıyrılamayacağımın farkındaydım. onu bir şekilde alıkoydularsa, ki bu eminim ilk değildi ve son olmayacaktı, bir sebepleri kesinlikle olmalıydı.
aralarından biri hızlı bir şekilde öne atılıp bıçağını boynuma yasladığında silahımın namlusu tam kafasının üstündeydi.
"o parmağını hareket ettirmeyi düşündüğün anda boynunu pa-"
cümlesini bitirmesine izin bile vermeden tetiği çektim ve silah patladı. kan silaha, elime, kıyafetlerime ve yüzüme sıçrarken adamın bedeni yere devrildi. yüzümdeki, itici olduğundan emin olduğum gülümsememle ayağımın ucuyla onu ittirdim ve konuştum. "bu kadar yakından gördüğün son surat benimki olduğu için şanslı hissetmelisin."
bir tanesi daha öne atılacağı sırada dakikalardır yarı baygın kim jongin'in yanı başında duran, bir kaç saat önce güzel yüzümü neden sakladığımı soran uzun, yakışıklı adam "durun." diye bağırdı. ardından hepsi senkronize bir şekilde önce hareketi kesip hemen sonrasında onun etrafına doluştular.
sırtını yasladığı duvardan ayırıp aynı bir robot gibi elini pantolonunun cebine soktuğunda "arkadaşlarını alıp gidebilirsin. onlarla bir işimiz yok." dedi. permalı savurduğu bir küfürle aradan sıyrılmaya ve ona saldırmaya çalıştığında bedenini sıkıca tutan iki el onu durdurdu.
bakışlarımı ona dikip bana dönmesini bekledim. saniyeler içerisinde gözleri gözlerime değerken derin bir nefes aldım. sadece bana güvenmesi gerektiğini ona gözlerimle anlatmata çalıştım.
böyle uzaktan uzaktan konuşmak artık beni bayarken yürümeye başladım. "hemen yanında almam gereken biri daha var."
elimdeki silahla kim jongin'i işaret ettiğimde az çok kuvırdığı dudaklarını gördüm. çocukları es geçip direkt ona doğru yürürken kan bulaşan ceketimin fermuarını açtım ve üzerimden sıyırıp kenara fırlattım.
gözleri bedenimde gezinirken gittikçe ona yaklaşmaya devam ettim. etrafındaki adamları beni durdurmak için bir adım öne çıktığında bakışlarımı onun yüzünden çekmedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
moonlight || jenkai
Fanfiction"o günle birlikte on dört. tam olarak on dört kişiyi öldürdüm, jongin. sadece sen ölme diye."