omzumdan kayan sırt çantamı düzelttiğimde chaeyoung adımlarımızı kantine doğru çevirdi. dün gece içki içmemiş olmama rağmen başımda şiddetli bir ağrı vardı ve yüksek sesten olduğunu düşünüyordum.onunla olan dansımızdan sonra dikkatleri üzerime daha çok çekmiştim. herkes hakkımda bir şeyler söylemeye başlamıştı. o ansa hakkımda ne kadar fazla yalan bilgi dolaştığını anlamıştım.
chaeyoung'un uyarı dolu bakışları eşliğinde sigaramı içmiş, daha fazla bu baskıya dayanamayıp aklımı boşaltmak için dans etmeye başlamıştım. kısa bir süreliğine de olsa kendini gerçeklikten koparabilmiştim.
chaeyoung elinde kahve bardağıyla masaya oturduğunda "anlatmak istediğin bir şey var mı?" diye sordu.
neyden bahsettiğini adım gibi bilsem de bilmemezlikten geldim ve "ne gibi?" dedim.
"kim jongin gibi jennie. ondan uzak duracaksın sanıyordum."
derin bir nefes alıp yüzümü avuçlarımla kapadığımda biraz homurdandım. "dibimde bitip duruyor. köşe bucak ondan kaçmam daha çok şüphe uyandırmaz mı sence de?"
kendimce mantıklı bir açıklama yaptığımda bahane uydurduğumla ilgili bir kaç cümle kurmuştu. söylenmiş, azarlamış, nasihatlerde bulunmuş, uzak durmazsan yaşanacakları tek tek sunmuştu önüme. bense sadece bir tamam demiş, sınıfa çıkmıştım.
saat saati devirmişti. koynumda başgösteren huzursuzluk bir türlü peşimi bırakmazken ne ders dinleyebilmiştim ne de başka bir şey yapabilmiştim.
sonunda dördüncü bir kırk dakikayı daha geride bıraktığımda biraz hava alma ihtiyacı duyarak sınıftan çıktım. yabancı onca yüze bakarak merdivenlere yöneldim. ama henüz tek basamağı dahi inemeden omzumda bir kol hissettim.
tanımadığım bir yüze ait kol yönümü çevirip sırtımı duvara yaslarken kaşlarımı çattım.
"naber!" diye neşeli bir şekilde sorduğunda parmaklarını havada bir tur hareket ettirdi.
"ne sikim saçmalıyorsun?" diye söylenip yanından geçmeye çalıştığımda beni durdurdu.
"ruby jane olduğunu biliyorum kim jennie. kişisel bilgilerine ulaşmak oldukça zordu. rus mafyasının en iyilerinden bekleneceği gibi. üvey kızını oldukça iyi koruyor. açıkçası yakalanacağım diye ödüm koptu. sanırım üzerinden 24 saat geçmeden bir köşede ölmüş olurdum."
hafif üzerime eğilerek fısıltıyla konuştuğunda bedenim hareket etmeyi kesti ve sırtımı bu sefer tamamen kendi isteğimle duvara yasladım. saniyeler içerisinde zihnimden binlerce şey geçerken gözüm kenardaki kameraya takıldı.
önce kaşlarımı çattım.
"bu konuşmayı yapmak için yanlış bir yer seçmedin mi?" deyip etrafa bakındığımda "daha tenha bir yer istiyorsun demek. öyle olsun." deyip sırıttı.
bileğimi kavradığı gibi merdivenlere çıkmaya başladığında adımlarımı oldukça yavaşlattım ve beni zorla yürütüyormuş gibi görünmesini sağladım. yüzüme hafif ağlamaklı, hafif korkmuş bir ifade yerleştirirken önce etraftaki yüzlere ardından kameraya baktım. hafif bileğimi çekiştirdiğimde dönüp bana ters bir şekilde baktı.
hızlıca çıktığımız bir kaç kattaki öğrencilere aynı şekilde bakıp ilgiyi üstümüze çektim. başım beladaydı. başım kesinlikle beladaydı ve bunu bilemelilerdi. bilip herkese söylemelilerdi.
dersliklerin olduğu kısımdan çıkıp dar bir merdiveni tırmandığımızda ilerideki kapıyı araladı ve bizi geniş çatıya çıkardı. geri dönüp kapıyı ardından kilitlendiğinde o anahtarı nerden bulduğunu sorgulamadım.
"pekala burada rahatça konuşabiliriz. bunu gidip direkt jongin'e söylemeyip ilk bana geldiğine göre sanırım bir anlaşma yapmak istiyorsun. dinliyorum."
ellerini saçlarından geçirip derin bir nefes aldığında "o orospu çocuğundan nefret ediyorum. ve sadece ölmesini istiyorum. anlıyorsun değil mi? bunu tek başıma yapamam. ama bana yardım etmezsen her şeyi gidip ona anlatmaktan çekinmem."
onun ölmesini isteyecek kadar ne yaşatmış olabilirdi ki? detay sormadım. kollarımı birbirine dolarken "yani onu öldürmemi istiyorsun. bunu yapabileceğim kanısına nerden vardın? rusyada değiliz, burada onun borusu ötüyor." dedim. istediği şeyin ne kadar mantıksız olduğunu anlaması gerekiyordu.
"yardım etmeyecek misin?"
gözlerimi etrafta gezdirirken her bir köşeyi taradım. en ufak bir açık beni bitirirdi. okuldaydım. okulda olmasak hiçbir endişem olmazdı ama okulda işler farklı yürüyordu. müdür ve müdürün kuralları. burada geçerli olan buydu.
"yardım etmeyeceğimi söylemedim. her neyse, burada olduğumuzu kimse görmüyordur değil mi?"
ilk cümlemle yüzünde oluşan gülümsemeye bakındım. karşılık olarak ben de gülümsedim.
"buraya öğrencilerin girişi yasak, dersliklerin olduğu kısımlar hariç okulda kamerada yok. yani burada her ne olduysa, ne konuştuysak ikimizin arasında kalacak."
hafif çenemi dikleştirip "sadece senin ve benim aramda." diye fısıldadım. ardından çatının alçak koruma duvarının olduğu tarada bakındım. "buradan manzara çok güzel görünüyor."
ellerini cebine sokup baktığım yöne baktığında "açıkçası bana yardım etmeni beklemiyordum. o seninle ilgileniyor. aranızda bir şey olabileceğini düşünmüştüm. bu beni korkutuyordu." dedi ve bir kaç adım ilerledi.
cümleleri arasından tek bir kelimeyi seçtim. "ilgi mi? tek istediği bir açığımı bulmaya çalışmak."
göz ucuyla bana baktığında "hayır bu kesinlikle daha farklı. onun gerçekten ilgisini çektin. onu yıllardır tanıyorum. çocukluğumuzdan beri. o benim ilk arkadaşımdı." dedi. gözlerini gökyüzüne dikerek her seferinde bir adım daha attı. o yarım korkuluğa yaklaştıkça yaklaştı. arkasında dönen şeylerden habersiz anılarına daldı.
o yarım korkuluğa bir kaç adımı kalmışken ceketimi kollarımdan sıyırıp tek elime sardım.
duygular öldürür demiştim. duyguları onun en büyük eksikliğiydi. her insanın olduğu gibi
arkadan ona yaklaştığımda boştaki elimle yüzüme sert bir tokat attım. bedenini bana çevirdiği sırada ceket sarılı elimle göğsünü ittirdim. dengesini koruyamayıp geriye doğru savrulduğunda "tüm bunları biliyorken hayatta kalabileceğine inanman aptallıktı." diye fısıldadım. ayakkabımla ayağının tersine vurduğumda ayakları yerden tamamen kesildi ve bedeni boşluğa savruldu. "özür dilerim. son anlarında nefret ettiğin adamın tekiyle olan anılarını düşünmek zorundaydın."
kopan çığlıklar ve yere düşen bedenin çıkardığı yüksek sesle bir iki adım geriledim. kendime bir tokat attım. elime kan bulaşırken ellerim saçlarıma yükseldi. saçlarımı dağıttım. gömleğimi biraz hırpaladım. ceketimi buruşturup bir kenara fırlattım. gözlerim dolduğunda başımı yükseklikten aşağıya sarkıttım.
kırmızılığı buradan bile seçebiliyordum.
cesedin etrafına toplanan onca kişinin arasında gözlerini yukarıya direkt üzerime diken gözlerine baktım.
kim jongin'e.
korku dolu yüz ifademle araladım dudaklarımı ve tam gözlerinin içerisine bakarak kocaman bir çığlık attım.
intihar etmiş gibi görünen oğlanı bir damla gözyaşı ve çığlıklarla sonsuzluğa uğurladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
moonlight || jenkai
Fanfiction"o günle birlikte on dört. tam olarak on dört kişiyi öldürdüm, jongin. sadece sen ölme diye."