dakikalardır tekrarlayıp durduğum hareketi bir kez daha yaptım ve parmaklarımı önüme düşen saçlarımın arasından geçirdim."gerçekten, şart mı bu?"
son ana kadar direnip onu vazgeçirmeye çalıştım. bir şekilde ikna etmek ve tekrar yatağıma dönmek istedim.
"jennie, yarım saat. yarım saat sonra evden çıkacaksın ve o büyük binanın içine istesen de istemesen de gireceksin. itiraz etmeyi bırak artık."
avuç içimle yüzümü kapayıp bir kaç saniye nefeslendim.
"anne ben kaç yıldır evden eğitim alıyorum. okul alışkanlığım olmadığını ve bunun beni ne kadar zorladığını en iyi sen biliyorsun. böyle bir şeyi benden istemen delilik."
parmakları arasında gezdirdiği kahve bardağını dudaklarına değdirip bir yudum aldığında kendince güldü. ayaklanıp tezgaha ilerlerken teyzem derince bir iç çekti.
"aklını başına toplayıp akılsız, şımarık bir çocuk gibi davranmasaydın şu an okula gitmek zorunda olmazdın."
"okul formam bile yok." diyerek son kez şansımı denedim. en azından bir kaç gün geçiştirmek istedim.
"pekala, chaeyoung'un yedek forması olmalıydı. bir dene istersen."
teyzem bana istemediğim bir çıkış yolu sunarken göz devirdim. ona asla ısınamamıştım. varlığı bile beni rahatsız ediyordu ve onunla aynı evde yaşamak çok zordu. onu ilgilendirmeyen şeylere karışıyor, gereksiz yorumlar yapıyor ve annemi bana karşı kışkırtıp sürekli kızıyla kıyaslayıp duruyordu. e haliyle bu beni biraz chaeyoung'dan da soğutuyordu.
ellerimi masaya biraz sertçe koyup kalktığımda "pekala, gidiyorum." diye mırıldanıp üst kata çıktım. iki gün önce yerleştiğim odamın kapısını çalma gereğinde bulunmadan araladım.
"sonunda ikna oldun mu?"
chaeyoung aynanın karşısında saçıyla uğraşırken konuştu ve yaptığı işi yarım bırakıp dolabını araladı. "etek mi şort mu?"
üzerimdeki tişörtü sıyırırken "etek." diye mırıldandım. kenara bıraktığı beyaz gömleği giyip düğmelerini düğmelerken üzerimdeki salaşlığı rahatsız etmedi. siyah eteği bacaklarımdan geçirip düğmesini bağladım ve gömleği eteğin üstüne çıkardım. etekle benzer renkte bir ceketi de rastgele üzerime geçirdim.
aynanın karşısına geçip kendime baktım. gömleğin boyun kısmı beni rahatsız ederken bir kaç düğmeyi çözdüm. saçlarımı hızlıca tarayıp açık bıraktım ve hala hazırlanmayı bitiremeyen chaeyoung'a baktım.
"okula gidiyorsun sadece." diye söykenirken beyaz ayakkabılarımı ayağıma geçirdim.
"okula gidiyor oluşum özensiz olacağım anlamına gelmez. oradaki kızları görünce şu sefil halinden pişman olacaksın. en azından gömleğini içine falan geçirseydin."
söylenirken dolaptan topuklu bir bot çıkardı ve giydi. zaten benden uzunken bir beş santim daha uzayan boyu beni bir miktar sinirlendi.
"rahatım önce geliyor." diye kısaca cevap verip sırt çantama bir defter ve bir kalem attım.
o da işlerini bitirinde uzun boyunu gözüme sokmak istermiş gibi kolunu omzuma attı ve merdiveni birlikte indik.
açıkçası bu bir kaç gün içerisinde ona ısınabilmiştim. korktuğumun aksine aptal biri değildi. biraz kendini beğenmişlik vardı ve açıkçası bu gözümde onu oldukça yükseltmişti. özgüvenliydi. ne çizgileri vardı. ne annesine ne de ikizine kendini asla ezdirmiyor ve istediklerini söke söke alıyordu.
dişli biriydi. bu onu sevmemi sağlamıştı.
"kuzenine iyi bak."
teyzem bomboş bir uyarı yaptığında göz devirdim. "çocuk muyum ben?" dediğimde annem kaçıncı kez doldurduğunu bilmediğim kahve kupasıyla mutfaktan çıktı.
kahveyi genelde başı ağrıdığında ya da gergin olduğunda içerdi. gergin olması için de genelde baş edemeyeceği bir şeyler gerekirdi.
ki şu durumda gergin olması normaldi.
oldukça rahat olmam ve yaptığım şeylerin sorumluluklarını almamam bana kendimi anlık kötü bir kız çocuğuymuşum gibi hissettirse de bu düşünceyi hemen geçiştirdim.
"iki gündür suratıma bile bakmayan kardeşin bize eşlik etmiyor mu?"
kapıdan çıkarken yol esnasında hakkında konuşacak bir konumuz olması için bir soru yönelttim.
"hayır. o saat beş civarı çıkıyor. yaklaşık iki buçuk saatlik bir dans pratiği var."
dans ettiğini bilmek bana kendimi tuhaf hissettirdiğinde gözlerimi chaeyounga çevirdim.
"dans mı ediyor?" diye saçma bir soru sorduğumda kaşlarını kaldırarak bir kaç saniye suratıma baktı.
"yeni heves etti. iki haftadır mı ne gidiyor. ama bence iyi ilerliyor. onu bir ara izlemelisin."
"dans edişini görmeden önce yüzünü falan görmeliyim bence"
alayla ona takıldığımda gülerek bakışlarımı yere indirdim. o sırada chae birden kolumu kavrayıp beni kendine doğru çekti.
leş gibi kokan terli bedene çarpmaktan son anda kurtulurken sinirle gözlerimi esmer tenli yüze diktim. gözlerini üzerime değdirmeden chae'ye çevirdiğinde bu beni biraz sinirlendirdi.
görmezden gelinmekten nefret ederdim.
omzuna taktığı çantanın yerini düzeltirken tek kelime etmedi. öylece yürüdüğü yola devam etti.
ona bir şey dememiş olmam tüm bedenimi şoka uğrattı. sinirim geçene her saniye daha da arttı. doğru düzgün bakamadığım yüzü kesik kesik önümde canlanırken sırtını izledim.
"işte o. kasabada yaşayan çoğu erkeği dansa özendiren kişi. ikizimin de başlama sebebi oydu. herkes onun gibi olmak istiyor."
"sikmişim dansını. az kalsın bana çarpıyordu. özür bile dilemedi."
sinirle soluduğumda "o özür dilemez." diye yanıtladı beni. bu sinirimi ikiye katladı. gözlerimi gittikçe uzaklaşan sırtından çekerken chae bir kez daha konuştu ve bu onun gözümdeki duruşunu tamamen değiştirdi. "işte o. köşe bucak kaçmak zorunda olduğun kişi. kim jongin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
moonlight || jenkai
Fanfiction"o günle birlikte on dört. tam olarak on dört kişiyi öldürdüm, jongin. sadece sen ölme diye."