uçurumdan aşağıya uzattığı bacaklarına başımı yaslamış öylece uzanırken gözyaşlarım yavaş yavaş durmaya başlamıştı.beni o halde gördükten sonra elimden tuttuğu gibi evden çıkarmış, buraya getirmişti.
bilmem kaçıncı defa burnumu çektiğimde ağrıyan gözlerimi biraz daha yumdum.
buraya geldiğimden beri hayatımda değişen şeyler teker teker düştü zihnime. onun ellerini saçlarımda hissettiğimde onu ne kadar üzmüş olabileceğini düşündüm.
ona hayatındaki en büyük kötülüğü ben yapmıştım.
onu çok sevdiği birinden ayırmıştım ve bu yetmezmiş gibi hayatına dahil olmuş, tüm bunlar yaşanmamış gibi onunla sevgili olmuştum.
"özür dilerim." diye fısıldadım zar zor. saçlarımda dolanan elleri duraksadığında derin bir nefes aldığını duydum. "dileme."diye mırıldandı. "eğer dilersen bana kendimi kandırmam için bir sebep bırakmazsın."
dediği şeyin ağırlığı tüm vücuduma otururken asıl kast ettiği şeyi görmezden geldim. üzerinde durmadım, düşünmedim. hiç söylememiş gibi gözlerimi kapalı tutmaya devam ettim.
"jongin," dediğimde efendim dercesine mırıldandı. elim onun tişörtünün eteğini kavrarken devam ettim. "bana şarkı söyler misin?"
istediğim onu şaşırtmış olmalı ki bir süre hareket etmeden veya konuşmadan öylece durmuştu. ardından saçlarımda gezdirdiği elleriyle bir şarkı mırıldanmaya başlamıştı.
"seni sevmekten memnunum,
seni okşamak ve yatağa yatırmak hoşuma gidiyor."saçlarımdaki elleri yüzüne kaydığında bakışlarını üzerine indirdiğini biliyordum.
"seninle baş başa olup seni gülümsetmek büyüleyici geliyor."
cümlesini bitirip duraksadığında dudaklarım kontrolum dışı tekrar iki yana kıvrıldı. bu onu da gülümsetmiş olmalı ki şarkıya devam ederken bunu sesine yansıttı.
"bu zarif şeylerle hep burada olmak için her şeyimi verirdim."
onun yüzüne bakma ihtiyacında bulunduğumda yan duran başımı çevirdim ve yüzüne bakacak şekilde yerde sırt üstü uzandım.
bakışlarını gözlerime dikerken "tüm bunların arasında seni sevmeme izin ver. kendini bana teslim et." diye devam etti.
cümleleri ritmi bırakıp daha çok bir konuşmaya dönerken gözlerimin yandığını hissediyordum.
"seni yüzüstü bırakmayacağım.
seninle yaşlanmak istiyorum.
seni öpmek,
seninle vakit geçirmek,
sırlarını tutmak,
her anınla ilgilenmek istiyorum."başını hafif eğmiş tüm bunları söylediğinde samimiyetini hissedebiliyordum ve sanırım gözümden akan yaşların sebebi buydu.
"sana sarılmak,
seni beklemek,
sana tapmak,
sana sabır göstermek istiyorum."ensemi destekleyip beni dikleştirdiğinde bacaklarımı birbirine dolayıp karşısında oturdum.
"hoşlanıyorum sana bakmaktan." diye şarkıya devam ederken eli yanağımı kavradı. "her hareketin zaafım, jennie."
sonuna ismimi eklemesi kalp atışlarımı hızlandırırken nefesimi tuttum. akan gözyaşlarım parmaklarının altında ezilirken hafifçe üzerime eğildi ve kapalı gözlerimden, kirpiklerimden öptü beni.
bedenimi ona biraz daha yaklaştırıp kolunu tuttuğumda başını yüzüme doğru çevirdim ve dudaklarımızı birleştirdim.
öpüşüme karşılık verdiğinde eli belime indi ve beni kendine çekti. parmak uclarım ensesindeki saç uçlarını çekiştirirken ondan ayrıldım.
"seni," dedim nefes nefese kalmış bir şekilde. dudaklarımızı tekrar birleştirmeden hemen önce ise cümlemi tamamladım. "seni o kadar çok seviyorum ki."
//
oturduğum koltukta bacaklarımı kendime çektiğimde jungkook bu durumdan sıkıldığını belli etmek istercesine iç çekti. chaeyoung "ne konuşacaksak konuşsak mı artık?" dediğinde annem dakikalardır korudugu sessizligini sonunda bozmaya karar vermis gibiydi.
"bu daha çok jennie'yi ilgilendiriyor ama yine de sizin de olmanızı istedim."
ikiz kardeş mevzusunu konuşacağımızı anladığımda chaeyoung biraz daha yanıma kaydı ve bedenimi kolları arasına aldı. kulağıma "durumu kontrol altında tutacağım, seni kıracak hiçbir şey söyleyemeyecek. söz." diye fısıldadığında gözlerimi ondan yana çevirip gülümsedim. başımı hafifçe salladığımda hem onu onaylamış hem de teşekkür etmiştim.
"bildiğiniz üzere ikiz çocuklarım oldu. ve açıkçası mutluydum. ikisini de tanrının bana bir hediyesi olarak görmüştüm. doğumumdan hemen sonra aylar önce beni terk edip giden, çocuklarımın biyolojik babası birden hayatıma tekrar dahil olmuştu. istediği ise çocuklarımdan biriydi. yasal yollara başvurmadan, bunu yeni eşinden gizli tutarak yapmak istiyordu. nedenini bilmiyordum. hala bilmiyorum. başta reddetsem de onun sürekli bana sorun çıkarmalarına, tehdit etmelerine dayanamamıştım. bir yılın sonunda iki çocuğum arasında seçim yapmak zorunda kalmıştım. bana istinaden daha güçlü bir kadın yetiştirmek istediğimden ise kız çocuğumu seçtim. onunla anlaştık. çocukların ikisi de birbirlerinden habersiz kalacaktı. bu sizin için en iyisiydi."
uzun uzadıya, ağlayarak anlattığı hikayenin tek bir noktasını dahi kaçırmadan dinlediğimde ona hak veremedim. ona hak vermek için kendime bir sebepler aradım ısrarla ama bir tanesine bile erişemedim.
başımı birleştirdiğim parmaklarıma çevirdiğimde "tamam." diye fısıldadım. başka ne yapabilirdim ki? elimden başka ne gelirdi? geçmişi nasıl değiştirebilirdim?
bakışlarım kontrolum dışı anneme yükseldiğinde göz göze geldik. bastırmaya çalıştığım o beklenti hissiyle "peki o.." diye mırıldandım. "o da biliyor mu?"
bilmediğine dair bir şeyler fısıldadığında konuyla ilgili herhangi bir şey demem gerektiğinin farkındaydım.
"geçmişi değiştiremem. hiçbirimiz değiştiremeyiz." göğsümdeki soluklar git gide azalıp beni boğarken dolan gözlerimi bastırmaya çalışarak titrek sesimle konuştum. "önemli değil anne, bir seçim yaparken zorlanmış olmalısın."
ağlaması hızlandığında yüzünü saklamaya çalışarak ayaklandı ve odasına gitti. teyzem her zaman olduğu gibi onu takip ederken chaeyoung hala omzuma sarılı olan ellerini çözdü.
"bunu bilmiyordum." diye fısıldayan jungkook'a baktığımda gülümsedim.
hiçbirimiz bilmiyorduk, böyle bir şey ummuyorduk.
nerden bilebilirdik ki, baştan beri hayatımda olsa belki de her şeyi değiştirebilecek bir ikiz kardeşim olduğunu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
moonlight || jenkai
أدب الهواة"o günle birlikte on dört. tam olarak on dört kişiyi öldürdüm, jongin. sadece sen ölme diye."