VII
Gözbebeklerine hapsettiği, birkaç dakika görebilmek için saatlerce evinin önünde nöbet tuttuğu güzel Ruth'unu aramaya cesaret edemiyordu. Onunla ilk tanıştığı geceden bu yana okumaktan başını kaldıramamıştı. Tanışalı bir hafta olmasına ve büyük etkiyle etkilenmesine rağmen arayamamıştı, zaman zaman aramak için kendi kendini cesaretlendirmiş, fakat zihnine hücum eden şüpheler, tereddütler yüzünden bu kararından vazgeçmişti. Araması gerekiyordu, bunu biliyordu; ancak hangi zamanın uygun olduğunu bilmiyordu, bunu kendisine söyleyecek kimse de yoktu; tamir edilemez bir hataya düşmekten korkuyordu. Eski yaşayış tarzını değiştirdiğinden eski arkadaşlarıyla da görüşmüyordu. Yeni arkadaş da edinememişti. Bu yüzden tek yapacak iş, okumaktı. O da okumaya, kuvvetli olmayan birkaç düzine gözü yok edecek kadar çok saat verdi. Ama onun gözleri birkaç düzine gözden daha kuvvetliydi ve bu gözler son derece sağlam bir vücuttan destek alıyordu, üstelik kafası da dinlenmişti. Kitaplardaki soyut düşünce göz önüne alınınca, zihni bütün hayatı boyunca dinlenmiş bir halde köşede kalmıştı ve ekime hazırdı. Çalışmayla hiç, yorulmamış olan bu zihin, kitaplardaki bilgiyi, sanki keskin dişlerle, bir daha bırakmacasına ısırıp yakalıyordu.
Eski yaşamı ile yeni yaşamı arasında yaşadığı fon çok uzaklarda kalmıştı. Ancak hazırlıksızdı. Bu yüzden de afallamıştı. Yıllarca süren ve hazırlık gerektiren kitapları okumaya kalkışıyordu. Bir gün antik felsefeye dair bir kitap okuyor, ertesi gün ultramodern felsefeye ait başka bir kitap, öyle ki, zihni fikirler arasındaki çatışma ve zıtlıklara karmakarışık oluyordu. Ekonomiye dair okudukları da kafasını karıştırıyordu. Kütüphanenin raflarından birinde, Karl Marks, Ricardo, Adam Smith ve Stuart Mil'i buldu. Bunların, birbirlerinin fikirlerinin artık terk edildiği hakkındaki karışık formülleri ise, ona hiçbir ipucu vermedi. Şaşkınlıktan serseme dönmüştü ama yine de öğrenmek istiyordu. Onda, ekonomi, endüstri ve politikaya karşı bir gün içinde bir ilgi belirmişti. City Hail Parkından geçerken, kalabalık bir insan grubunun ortasında, yarım düzine adamın, kızarmış yüzleriyle ve yüksek sesle ciddi ciddi tartıştıklarını gördü. Dinleyiciler arasına katıldı ve halk filozoflarının ağzından, yeni, yabancı bir dil işitti. Adamlardan biri serseri, biri tahrikçi, bir üçüncüsü hukuk talebesiydi, geri kalanlar ise, ağzı kalabalık insanlardan oluşuyordu. İlk kez sosyalizmden, anarşizmden, tek vergi yönteminden söz edildiğini duydu. Birbirine zıt sosyal felsefeler bulunduğunu öğrendi. Kendisine yeni gelen yüzlerce teknik terim işitti; bunlar, kendi cılız okuyuşları sırasında hiç dokunmadığı düşünce alanlarına ait terimlerdi. Bu yüzden de delilleri yakından takip edememiş, acayip ifadelere bürünmüş olan fikirler üzerinde sadece tahmin yürütebilmişti. Sonra bir de siyah gözlü bir garsonla, sendikaya bağlı bir fırıncı vardı; garson dinci bir sofistti. Bir ihtiyar ise "olan her şey doğrudur" diye acayip bir felsefe ile herkesin ağzını bir karış açık bırakırken, bir başka ihtiyar, evren ile baba atom, ana atom hakkında bitmek tükenmek bilmeyen bir nutuk çekiyordu. Birkaç saat geçtikten sonra, oradan ayrılan Martin Eden, adeta karma karışık olmuştu. Alışık olmadığı düzinelerle kelimenin açıklamalarını arayıp bulmak için hemen kütüphaneye koştu. Kütüphaneden çıktığında, koltuğunun altında dört cilt vardı: Madam Bla-vatsky nin, "Gizli Doktrin"i, "İlerleme ve Fakirlik"i, "Sosyalizmin Özü" ve "Din Bilim Harbi" adlı eserleri. Ne yazık ki, önce "Gizli Doktrin" den başladı. Her satır, anlamadığı, birtakım çok heceli kelimelerle karıncalanıyordu. Yatağında doğrulup oturdu ve sözlüğü kitaptan daha çok eline aldı. O kadar çok yeni kelimeye bakmıştı ki, bunlar yeniden geçtiğinde, anlamlarını unuttuğu için, tekrar bakması gerekiyordu. Bir plan düşünüp, yeni kelimelerin karşılıklarını bir not defterine yazmaya başladı ve bu kelimelerle sayfalar doldurdu. Ama yine de anlayamadı onları. Sabahın üçüne kadar okudu. Kafası karmakarışık olmuş, ama metindeki esaslı bir tek düşünceyi bile kavrayamamıştı. Başını kaldırdı ve oda ona sanki denizdeki bir gemi gibi kalkıp, yana yatarak tekrar suya gömülü-yormuş gibi geldi. Sonra "Gizli Doktrin' i bir sürü küfürle birlikte odanın öbür ucuna fırlattı, gaz lambasını söndürüp, sessizce uykuya daldı. Diğer üç kitapta da şansı yardım etmedi. Yetersiz veya zayıf olan beyni değildi. Eğer düşünce eğitimi almış olsa ve düşünmek için gerekli düşünüş araçlarından yoksun olmasa, bu beyin o düşünceleri rahatlıkla kavrayabilirdi. O da bunu gördü. Sözlükteki bütün kelimelerin anlamlarını öğrenene kadar bir süre sözlükten başka kitap okumamayı kafasına koydu. Bununla beraber, şiirle avunuyordu, en çok, anlaşılması daha kolay olan basit şairlerden zevk alarak, bol bol şiir okuyordu. O güzelliği severdi, şiirde de güzellik buluyordu. Şiir de müzik gibi, onu derin bir şekilde tahrik ediyordu. O, bunun farkında olmamasına rağmen, bu durum, onun zihnini ileriki daha zor çalışmalara hazırlıyordu. Zihni boş bir defter gibi, tertemiz olduğu için, okuyup hoşlandığı şiirlerin çoğu büyük çaba göstermeksizin, kıta kıta bu boş defterin sayfalarına kaydoluyor ve o okuduğu basılı kelimelerin güzellik ve müziğini içinden, ya da yüksek sesle tekrar etmekten büyük bir haz duyuyordu. Derken, bir kütüphanenin rafında, yan yana duran, Gayley'in "Klasik Mitler"iyle, Bulfinch'in, "Age of Fable" na rastladı. Bu ona, aydınlık getirdi, cehaletinin karanlıklarına büyük bir ışık tuttu ve Martin her zamankinden daha büyük bir istekle şiir okudu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Martin Eden
General FictionRoman, Martin'in aşkı uğruna eğitimsiz genç bir işçiden başarılı ve rafine bir yazara dönüşüm mücadelesini anlatır. Kahramanı hedefine ulaştığında ise motivasyonunu ve heyecanını çoktan yitirmiş, trajik bir sona doğru sürüklenmektedir artık...