16

371 27 0
                                    

XXV

Bunca sıkıntının, durmak bilmeyen çalışma ve çabanın sonucu değiştirdiğini görmek Martin'i mutlu etmişti. Zira şans Martin'in kapısını en sonunda çalmış, doğduğundan bu yana kayıp olan güneşi yükselişe geçmişti. Martin içinden hasat mevsiminin geldiğini düşünüyor, bunu da gözleriyle yansıtıyordu. Ruth'un ziyaretinin ertesi günü, New York'un haftalık olay dergilerinden birinden, üç triolet'sinin karşılığı olarak üç dolarlık bir çek aldı. İki gün sonra, Chicago'da çıkan bir gazete "Define Avcıları1 adlı yazısını kabul ederek, yayınlanır yayınlanmaz ödemek üzere on dolar teklif etti. Fiyat düşüktü, ama bu Martin'in ilk makalesi, düşüncelerini kâğıda geçirmek üzere giriştiği ilk denemesiydi. Bütün bu gelişmelerden daha önemlisi, çocuklar için yazdığı macera çalışmasının, 'Youth and Age' adındaki aylık bir çocuk dergisi tarafından hafta sonundan önce kabul edilişi oldu. Gerçi, çalışma yir-mibir bin kelimeydi, bunun için kendisine teklif edilen onaltı dolar üzerinden bin kelimesi yetmişbeş sente falan geliyordu. Ama olsun, bu Martin'in ikinci yazı denemesiydi. Martin de bu yazının değersizliğini, kabalığını tamamıyla kabul ediyordu.

Burada önemli bir nokta vardı: Martin'in ilk eserlerinde bile bayağılığa kaçan, insanı huzursuz eden bir kabalık yoktu. Bu çalışmaların kabalığı, son derece güçlü betimlemelerden, yargı ve görgülerden ileri geliyordu. Eski çalışmalardaki kabalık, bir aceminin kelebeği kuvvetli darbelerle ezişi, kazmayla yazı yazışı gibi bir kabalıktı. İşte bu yüzden Martin ilk yazılarını ucuza da olsa sattığı için memnundu. O yazılarının kıymetinin ölçüsünü biliyordu, bu bilgiye ulaşması da çok uzun sürmemişti. O asıl ilerideki yazılarına ümit bağlamıştı. Sadece bir dergi yazarı olmak istemiyordu. Kendini usta bir yazarın birikim ve tecrübesiyle donatmaya uğraşmıştı. Diğer yandan gücü asla unutmamış, bunun gözden kaçırılacak bir şey olmadığına kanaat getirmişti. Hem beyinsel hem de öğrensel kuvvetini aşırı denecek derecede artırmayı, hem de bilinçli bir şekilde artırmayı amaç edinmişti. Gerçeğe olan sevgisi hiçbir zaman değişmemiş, 'gerçek' onun için aşkların en güzeli oluvermişti. Bu yüzden onun eserleri realistti, yalnız hayal gücünün yarattığı sanrıları, güzellikleri bu eserlerin içinde eritmeye çaba göstermişti. Onun varmak istediği, insan umutları ve imanıyla dolu, ihtirasla süslü bir realizmdi. Hayatı, ruhun derinliklerine ulaşan, insan ruhunu bütün yönleriyle kavrayan, alabildiğince derinliklerine dalarak vermek istiyordu.

Okumaları esnasında iki öykü okulu bulunduğunu keşfetmişti. Bunlardan biri insanı bir Tanrı gibi ele alıyordu. İnsanın toprağa yakın taraflarını görmemezlik-ten geliyor, hatta yok sayıyor; diğer okulsa insanı bir çamur parçası gibi kabul ediyor, manevi yönünü tamamen ihmal ediyor, hatta görmezden geliyordu, örneğin rüyaları yok sayıyor, insanın içinde yaşattığı, zayıflığında düşlediği cennetin varlık sebebini ortadan kaldırıyordu, tanrısal gücün önemini anlamıyordu. Martin bu iki okulun, tanrıcı ve toprakçı okulun büyük yanılgılar içinde olduğunu net bir şekilde görüyordu, çünkü amaçları tekti. Ancak bu ikisini uzlaştırarak gerçeğe ulaşmak mümkündü. Ne var ki, bu yaklaşım ne tam manasıyla tanrıcı okulun tarafını tutuyor, ne de toprakçı okulun haince vahşiliğine meydan okuyordu. Martin, Ruth'u da etkilemiş olan öyküsü "Macera "nın, öyküde gerçeklik idealine ulaştığına inanıyordu, bu konudaki bütün fikirlerini de genel olarak, 'Tanrı ve Çamur' adlı denemesinde ifade etti.

Martin 'Macera'yi ve en güzel diye kabul ettiği bütün eserleri editör editör dilenerek dolaşmaya devam etti. İlk eserleri, getirdikleri para dışında, onun gözünde birer hiçti, iki tanesini sattığı dehşet öykülerini ise yüksek veya iyi eserleri arasında saymıyordu. Kuvvet aldıkları bir gerçeklik pırıltısına sahip olmalarına rağmen bunlar Martin'in gözünde içten birer hayali fantastik eserdi. Öykülerindeki bu imkansıza giydirdiği gerçeklik elbisesine bir oyun gözüyle bakıyordu. Bunlar büyük edebiyat yapıtı sayılamazdı, bu alanda barınamazdı. Bunlardaki sanat ustalığı yüksekti, ama sanat insan unsurunu ihmal etmemeliydi, eğer sanat insanı görmezden geliyorsa sanat sayılmamalıydı, üstelik bir değeri de yoktu. Martin'in becerisi de, sanatının yüzüne insani bir maske geçirmekten ibaretti. O, bunu, "Joy", "The Pot", "The Wine of Life" ve 'Macera' adlı öykülerinin zirvelerine ulaşana dek dehşet öyküleri sınıfından yarım düzine öyküsünde yapmıştı.

Martin EdenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin