XXXV
Martin'in sabırsızca Güneşin CJtancı'nın bir an önce yayınlanmasını ve edebiyat dünyasının 'gerçek bir yapıt' nasıl olur görmesini istiyordu. Bu nedenle Bris-senden'in sert ve katı muhalefetine rağmen yazıyı paket edip Acrapolis'e postaladı. Dergilerle ilgili kesin kanaatlerini açıkça söyleyen, Martin'e de dergilere yazmaktan vazgeç diyen Brissenden'e rağmen gönderdi. Bu yazının derginin şeref sayfasında çıkacağını umuyordu. Ayrıca dergiler tarafından tanınmanın kendisini hem kitap çıkaran yayınevlerine tanıtacağını hem de kitap yazma teklifi alma yolunu açacağını düşünüyordu. Aynı şekilde, 'Sapkın'ı da bir dergiye yolladı. Martin, Brissenden'deki katı fikre rağmen bu büyük şiirin yayınlanacağından emindi. Bununla beraber, şiirin yazarının iznini almadan yayınlanmasını istemiyordu. Niyeti şiiri dergilerden birine kabul ettirmek sonra da Brissenden'le kıyasıya mücadele etmek için karşısına silâhlarını kuşanmış bir halde çıkmaktı. Bütün bunların ince hesaplarını yapan Martin, aklından geçenleri uygulamaya koydu. Yine o sabah, haftalarca öncesinden ana hatlarını hazırladığı ve yaratılmak için çığlıklar atarak kendisini durmaksızın rahatsız etmekte olan bir öyküye başladı. Görünüşte bu gerçek bir dünya içinde ve gerçek şartlar altında oluyordu. Kahramanları da gerçek kişilerdi. Öykü yirminci yüzyılda geçiyor, aşk ve deniz temasını işliyordu. Ancak, öykünün kuvveti, canlılığı altında başka bir şey bulunacaktı. İşte Martin'i bu öyküyü üretmeye zorlayan da kendisi değil, bu şeydi. Bu bir motifti. Böyle bir motif bulduktan sonra belirli kişileri ve yeri, uzay ve zaman içinde kafasında düşünüp kurdu. Bu öykü için "Gecikmiş" adını uygun gördü; öykünün altmış bin kelimeyi geçmeyeceğine emindi ki, bu da onun muhteşem verim gücü için oyuncaktı. İlk gün öyküsünü zevkle ele aldı. Artık, araçlarının keskin ağızlarının kayarak eserini bozacağı korkusu kalmamıştı içinde, üzün aylar süren görsel ve bedensel çalışmaları meyvesini vermişti. Şimdi, şekil vermekte olduğu şey üzerinde artık, ustalaşmış ellerle, daha serbestçe çalışabilirdi; öte yandan birbirini kovalayan saatler boyunca çalıştıkça da, daha önce hiç hissetmediği bir şeyi, hayatı ve hayatın serüvenlerini kavrayan avucunun kendinden emin ve çok geniş kavrama yetisini hissetti. "Gecikmiş", belirli karakterleri ve belirli olayları bakımından gerçeklik taşıyan bir öyküyü anlatacaktı; ama Martin emindi ki, bu aynı zamanda her devirde, dünyanın bütün denizleri ve herkes için gerçeklik taşıyan, büyük yaşamsal önemi olan şeylerden de bahsedecekti. Bu, Herbert Spencer sayesinde diye düşündü.
Yazdıklarının önemli şeyler olduğunun farkındaydı. Kulaklarında hiç durmayan bir nakarat halinde, "Basan kazanacak!" sözleri çınlıyordu. Tabii ki basan kazanacaktı. Sonunda dergilerin kapışacakları yazıyı yazıyordu işte. Bütün öykü şimşek parıltıları halinde bir anda gözlerinin önünden, geçti. Kısa bir ara verip defterine bir paragraf yazdı. Bu "Gecikmiş" in son paragrafı olacaktı, ama bütün kitap kafasında öyle canlı bir şekilde tamamlanmıştı ki, daha kitabı bitirmesine haftalar varken, defterine kitabın bitiş paragrafını yazabiliyordu. Henüz yazılmamış olan öyküyü, deniz öyküleri yazarlarının öyküleriyle karşılaştırdı ve ken-dininki ona, diğer öykülerle ölçülemeyecek kadar üstün geldi. Kendi kendine, yüksek sesle, "Buna yaklaşacak yalnız bir kişi var" dedi, "O da Conrad. Hattâ öykümü okusa, o bile yerinden kalkıp ellerimi sıkar ve 'Aferin, Martin oğlum,' derdi", diye mırıldandı. Bütün gün başını kaldırmadan çalıştı. O gece Morselara yemeğe davetli olduğu son dakikada aklına geldi. Brissenden'in sayesinde siyah elbisesi rehinden kurtulduğu için Martin akşam yemeği davetlerine katılabilir hale gelmişti. Kentin çarşısında tramvaydan atlayıp Saleeby'nin kitaplarını aramak için bir kütüphaneye koştu. "Hayat Hikâyeleri" adlı kitabı aldı ve tramvayda, Norton'un anlattığı Spencer hakkındaki denemeyi açtı. Martin, okudukça kızdı. Yüzü kızardı, çeneleri atmaya ve elleri sanki avuçlarını ezerek öldürmekte olduğu kötü bir şeyi tekrar tekrar sıkıyor-muş gibi, farkında olmaksızın sıkılıp açılmaya başladı. Tramvaydan inince gazapçı bir insan nasıl yürürse, o da öyle iri adımlarla, kaldırım boyunca yürüdü. Mor-seların zilini öyle hırslı çaldı ki, ses onu ayıltıp kendine getirdi; böylece yüzü, kendi haline gülmekten aydınlık bir hal almış, sinirleri düzelmiş olarak içeri girdi. Bununla beraber, daha içeri girer girmez de içinibir bezginlik kapladı. Bütün gün esinin kanatlarında yükseldiği yüceliklerden aşağı düşüverdi. Kafasında Brissenden'in küfür yerine kullandığı sıfatlar dönüp duruyordu: "Burjuva," "ticaret odası" Kendine kızmış bir şekilde, "Ne olmuş yani?" diye sordu. O, Ruth'la evleniyordu, Ruth'un ailesi ile değil. Ona öyle geldi ki, Ruth'u şimdiye kadar hiç bu kadar güzel, bu kadar ince, bu kadar sağlıklı görmemişti. Ruth'un yanaklarına kan gelmişti, gözleri de yeniden Martin'i çekiyordu. Bunlar, Martin'in sonsuzluğu ilk defa içinde gördüğü gözlerdi. Çoktandır sonsuzluğu unutmuştu. Ruth'un gözlerinde bütün kelime halindeki delillerin yerini tutan bir öyle delil okudu ki, buna kendi de şaştı. Bunu Ruth'un, önünden bütün tartışmaları kaçıran gözlerinde gördü; zira aşk vardı bu gözlerde. Martin'in kendi gözlerinde de aşk vardı ve aşk tartışma kabul etmezdi. İşte Martin'in aşk doktrini buydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Martin Eden
General FictionRoman, Martin'in aşkı uğruna eğitimsiz genç bir işçiden başarılı ve rafine bir yazara dönüşüm mücadelesini anlatır. Kahramanı hedefine ulaştığında ise motivasyonunu ve heyecanını çoktan yitirmiş, trajik bir sona doğru sürüklenmektedir artık...