XLII
Martin'in büyük başarısı, para ve şöhreti Morse-lar'ı derinden etkilemişti. Beğenmedikleri, çapulcu diye kızlarını vermemek için bin türlü sorun çıkardıkları adam başarı basamaklarını birer birer çıkmış, onların hayal bile edemeyeceği zirveye oturmuştu. Mr. Morse da bir zamanlar beğenmeyip aşağıladığı adamı görmeye gelmişti. Mr. Morse, yaptığı bunca oyalamaca ve yarattığı bunca sıkıntıdan sonra Otel Metro-pol'ün yazıhanesinde Martin'in karşısına çıktı. Martin'in bu adama bir türlü kanı ısınmamıştı. Arkasından çevirdiği dolapları bilmiyordu ama davranışlarından kendisi hakkında hiç de iyi şeyler düşünmediğini biliyordu. Bu yüzden burada bir iş için tesadüfen mi bulunduğuna, yoksa doğrudan doğruya kendisini yemeğe davet etmek için mi geldiğine bir türlü karar veremedi. Ancak aklı daha çok ikinci ihtimale yatıyordu. Bunca olayın ardından Martin, Mr. Morse tarafından, kendisini daha önce evine gelmeyi yasaklayan, nişanı bozması için Ruth'a akla hayale gelmedik baskılar yapan bu bey tarafından akşam yemeğine davet ediliyordu.
Martin biraz yüzsüzlükle karışık bu davete hiç kızmadı. Hatta daha önce kırılmış gururunu bile düşünmedi. Mr. Morse'un kibrini kırıp boynunu bükmesinin anlamını düşünerek ve hoşgörüyle karşılayarak daveti reddetmedi. Ama gelecek zamana, müsait olacağı güne bıraktı. Kendisinin durumunu, aile bireylerinin durumunu ve özellikle de Ruth'u sordu. Ruth'un adını telaşlanmadan, normal bir şekilde söyledi. Ruth adını söylerken hiç ürperme duymayışına, o eski, tanıdık kalp atışının, kanın damarlarına sıcak sıcak hızla sürüşünün olmayışına şaşırdı.
ünlü Martin Eden olalı beri birçok yemek daveti almış, bunların bir kısmını kabul etmişti. Bu davetler bazen kafasını kurcalıyor, bu küçük ayrıntılar her geçen gün içinde büyüyordu. Bernard Higginbotham, onu yemeğe davet edince şaşkınlığı son noktaya vardı. Kimsenin kendisini yemeğe davet etmediği, açlık çektiği, hatta açlıktan karnının yapıştığı günleri anımsadı. Asıl o zaman, ihtiyacı vardı bu yemeklere. Bu dönemde kimse elinden tutmamış, o yemekler olmadığı için kuvvetten düşmüş, baygınlıklar geçirmiş, açlıktan kilo vermişti. Çelişki de buradaydı zaten. Yemeğe ihtiyacı olduğu zamanlar kimse yemek vermediği gibi yemeğe de davet etmemişti. Oysa şimdi binlerce yemek satın alabilirdi, paraya pula ihtiyacı yoktu, ama tuhaf olan şimdi sağdan soldan yemek davetleri almasıydı. Neden ama? Bunda hiç adalet yoktu; üstelik kendisi bu yemekler için bir liyakat kazanmamıştı! Oysa hiç değişmemişti o. Bütün eserlerini daha o zamanlar tamamlamıştı. Bay ve Bayan Morse, kendisini bir tembel, görevini yapmayan insan olarak suçlamış, Ruth vasıtasıyla da katiplik işini kabul etmeye zorlamışlardı, üstelik onun tamamladığı eserlerinin de farkındaydılar. Ruth aracılığıyla eser üstüne eser göndermişti onlara. Onlar da okumuşlardı bunları. Adının bütün gazetelerde geçmesine sebep olan işte o eserlerdi ve onların kendisini şimdi yemeğe çağırışlarının sebebi de adının gazetelerde geçişiydi. Emin olduğu bir şey vardı: Bir zamanlar onu kendisi ya da eserleri için davet etmek akıllarının köşesinden bile geçmemişti. Bu bakımdan şimdi de onu kendisi ya da eserleri için davet etmelerine olanak yoktu; onu şöhreti için, insanlar arasında statü sahibi olduğu ve yüzbin dolara yakın parası olduğu için çağırıyorlardı. İşte burjuva toplumu, insanı bu şekilde değerlendiriyordu; Martin kim oluyordu da bunun aksini düşünebiliyordu? Ama kendinden gurur duyuyordu. Böylesine değerlendirmelerden iğreniyor, kendisinin, kendisi olarak kabul edilmesini ya da kendisinin bir ifadesi olan eserlerine göre değerlendirilmesini arzu ederdi. Lizzie, onu işte böyle değerlendiriyordu. Kitap sahibi Martin, Lizzie'ye vız gelirdi. O, yalnızca ve sadece Martin'e değer veriyordu. Lehimci Jimmy ve bütün çete arkadaşları da onu bu şekilde değerlendirirlerdi. Onlarla birlikte gezip tozduğu günler, bunu kaç defa ispat etmişlerdi; o gün Shell Mound Parkında da ispat edilmişti bu. Martin'in eserinin canı cehen-nemeydi. Onların sevdikleri ve uğruna dövüşmekten çekinmedikleri kimse, Martin Eden'in, çok iyi heriftir ha, dedikleri Martin Eden'in kendisiydi. Sonra Ruth da onu sadece o olduğu için seviyordu. Onu olduğu gibi seviyordu, bundan şüphesi yoktu. Ne var ki Ruth onu sevdiği kadar ve belki daha da fazla burjuva değer ölçülerini seviyordu. Bu yüzdenMartin'in yazı yazmasına itiraz etmişti. Martin'e öyle geliyordu ki, bu itirazın bellibaşlı sebebi yazılarının para getirmeyişiydi. Ruth'un "Aşk Şiirleri"ni eleştirmesi de bu yönden olmuştu. Martin'in bir işe girmesi için Ruth da ısrar edip durmuştu. Gerçi Ruth, ısrar ederken, "statü sahibi olmak" kelimeleriyle daha ince bir tarzda ifade etmişti fikrini, ama bu da aynı kapıya çıkardı; nitekim Martin'in kafasından o eski açıklama çıkmıyordu bir türlü. Bütün yazdıklarını okumuştu Ruth'a, şiirlerini, öykülerini, denemelerini. "Wiki Wiki" yi, "Güneşin ütancı"nı, hepsini. Ruth da hep, ısrarla onu bir işe girmeye, çalışmaya zorlamıştı. Sanki Martin uykularını feda edip, kendini harap edercesine Ruth'a layık olmak için çalışmıyormuş gibi. O küçücük şey böylece gittikçe büyüdü, Martin'in sağlığı yerinde, normaldi, düzenli yemek yiyor ve günde sekiz saat uyku uyuyordu, ama o, küçük şey onda bir sabit fikir halini aldı. "İş Bitmiştir." İşte bu cümlecik, kafasını sık sık rahatsız eder olmaya başladı. Bir pazar günü, Bernard Higginbotham'larda, dükkanın üstünde sıkıcı bir akşam yemeğindeydi. Martin, kafasını bu sabit fikirden kurtarmak için kendini zorluyor: — Evet. İş çoktan bitmişti, ama o zaman benim açlık çekmeme razı olduğunuz, evinize gelmemi yasak ettiğiniz ve sırf işe girmedim diye lanetlediğiniz halde beni şimdi besliyorsunuz, diye bağırmaktan kendini güçlükle alıkoyuyordu. Şimdi, ben konuştuğum zaman ağzınızı tutup fikirlerinizi söylemiyor, benim söyleyeceklerimi saygı ve dikkatle dinliyorsunuz. Size toplumunuzun kokuşmuş, hırsızlıklarla dolu bir topluluk olduğunu söylüyorum; siz ise öfkeye kapılacağınız yerde, ne diyeceğinizi şaşırıp, saçma sapan sesler çıkararak, söylediklerimde büyük bir gerçek payı olduğunu kabul ediyorsunuz. Neden? Çünkü ünlüyüm; çünkü bir sürü param var. Yoksa hiç de aptal, hiç de fena bir herif olmayan Martin Eden olduğum için değil. Size kalkıp da, ayvanın yeşil peynirden yapıldığını söylesem hemen kabul edersiniz, ya da hiç değilse, yalanlamaya çalışmazsınız, çünkü dolarlarım var, yığınla dolarlarım var da ondan. Oysa bunlar çoktan, çok önceden kazanılmış paracıklardı; bana ayağınızın altındaki çamura tükürür gibi tükürdüğünüz sıralarda bitmişti bu işler, diyorum size. Ama Martin içinden geçenleri onların yüzüne hay-kırmadı, kendisini tanrılık katına yükselten bu insancıklara güldü geçti. Ancak bu düşünce hiç eksilmeyen bir işkence gibi kafasının içini kemirirken, o aldırmadı, gülümsemeye devam etti ve bu yalancı toplumun değer yargılarına aldırmaksızın hoşgörüyle davranmayı başardı. Martin sustuğu sıralarda dizginleri ele geçiren Bernard Higginbotham konuştukça konuştu. Bernard Higginbotham da hayatta başarı kazanmış bir insanmış ve bununla övünüyormuş. Kendi kendini yetiştirmiş bir insanmış. Kimsenin yardımı dokunmamışmış ona. Kimseye borcu da yokmuş. Bir vatandaş olarak görevlerini yerine getiriyormuş ve koskoca bir aile besliyormuş. Bernard Higginbotham Mağazası, kendi çalışma ve yeteneğinin görüntüsü de ortadaymış işte. O, Bernard Higginbotham Mağazasını, bazı insanların kanlarını sevdiği gibi seviyordu. Martin'e kalbini açtı ve mağazayı nasıl büyük bir zeka inceliği ve nasıl büyük bir planlamayla kurduğunu anlattı. Bu mağazayla ilgili daha başka planları da vardı, ihtiraslı planlan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Martin Eden
General FictionRoman, Martin'in aşkı uğruna eğitimsiz genç bir işçiden başarılı ve rafine bir yazara dönüşüm mücadelesini anlatır. Kahramanı hedefine ulaştığında ise motivasyonunu ve heyecanını çoktan yitirmiş, trajik bir sona doğru sürüklenmektedir artık...