8

828 40 1
                                    

XI

Martin her geçen gün yazmaya hız veriyordu. Ancak yazma hırs ve isteği tek noktada değildi. Örneğin inci avcılığı makalesi üzerinde yeniden çalışmaya başladı. Ne var ki, şiir yazma isteğine kapılması yüzünden bu makalesine sık sık ara vermek zorunda kaldı. Bu yüzden de bu makalesini tamamlayamadı. Şiirleri ise Ruth'dan aldığı esinle yazdığı aşk şiirleriydi, ama bu şiirler hiçbir zaman tamamlanamadı, hep eksik kaldı. Duygular, hayatın kendi boşluğu içinde dolaşan hislerdir. Bu duygu denen hisleri şiir haline getirip belirli kalıplar içinde anlatabilmek ise her babayiğidin harcı değildir. Bu yüzden de öyle bir çırpıda öğrenilebilecek şeylerden değildir. Martin için de aynı durum söz konusuydu. Başıboş dolaşan duygularını şiirle zaptetmek büyük bir sorundu. Çünkü şiirde vezin, kafiye, kelime yapısı başlı başına gerçek birer sorun teşkil eder. Martin'in bunların da ötesinde bütün büyük şairlerde varlığını fark ettiği, fakat bir türlü yakalayıp kendi şiirleri içine yediremediği, ele avuca sığmayan, kesin olarak kavranamayan bir şey vardı. Martin'in hissedip peşine düştüğü, ama bir türlü yakalayamadığı şey, şiirin parmaklar arasından kayan, ele avuca sığmayan ruhuydu. Bu ruh sıcak hava akımı gibiydi. Isınıp havaya yükseliyor, sonra buhar olup uçuyordu. Bazen bu buharın, bu sıcaklığın ince şeritlerinden birkaçını eline geçirip onlarla, beyninde aralıksız sesler halinde yankılanan ya da gözle görünmeyen güzelliğin buğulu bir dalgalanışı halinde hayalinde sürüklenen cümlecikler örmeyi başararak çabalamalarının karşılığını görmesine rağmen, bu titrek, bu ele avuca sığmaz sıcaklık hep onun elinin eremeyeceği bir yerde kaldı. Durmadan değişen bir rüzgar gibi aldatıcıydı bu. Anlatabilmek için duyduğu arzunun sancısı Martin'i kıvrandırdı, ama herkesinkine benzeyen, hiç de şairane olmayan birtakım sözler söylemekten, başka bir şey yapamadı. Tamamlanmamış, parçalar halindeki şiirlerini yüksek sesle okudu. Vezin sağlam adımlarla yürüyor, kafiye de en aşağı adımlar kadar kusursuz ve adımlardan daha sürekli bir ritmi yürütüyordu, ama Martin'in kendi içinde hissettiği o sıcaklık, o yüceliş eksikti. Bir türlü, anlayamadı ve yeniden ümitsizliğe kapılarak, tekrar tekrar yenilmiş ve perişan, makalesine döndü. Şüphesiz ki, düzyazı daha kolaydı. Kelimelerin ruhunu yakalamak zorunluluğu yoktu. Bu yüzden rahattı.

Şiirin senfonik ve kırılgan yapısını anladıktan sonra tamamen düzyazıya döndü. "İnci Avcılığı"nın arkasından, denizcilik mesleği hakkında bir makale, deniz kaplumbağası avı hakkında bir başka makale, bir üçüncü makale de kuzeydoğu rüzgarları hakkında yazdı. Sonra deneme kabilinden, bir kısa öykü yazdı ve daha bu konuda emeklerken, altı tane öykü bitirip, çeşitli magazin dergilerine yolladı. Sabahtan akşama kadar, hem de geç vakitlere kadar, verimli bir şekilde yazıp, sadece kütüphaneye gidip kitap aldığı, ya da Ruth'a uğradığı sıralarda yazılarına ara verdi. Son derece mutluydu, Şimdi hayattan daha büyük bir zevk alıyordu. Hiç eksilmeyen bir çalışma içindeydi. Tanrılara özgü olduğu sanılan yaratma zevkini duyuyordu. Çevresindeki bütün hayat çürük sebze, sabunlu su kokuları, kız kardeşinin pasaklı hali ve Mr. Higginbot-ham'ın alaycı suratı, bir rüyadan ibaretti. Gerçek dünya, onun kafasında, yazdığı öykülerde onun kafasındaki gerçeğin parçalarıydı. Onun için günler çok çabuk bitiyordu. Çalışmak istediği o kadar çok şey vardı ki. uykusunu beş saate indirdi ve bu kadar uykuyla yetinebileceğini anladı. Dört buçuk saatle yetinmeyi denedi, ama üzülerek beş saate döndü. Bütün uyanık saatlerini zevkle çalışmalarından herhangi birine verebiliyordu. Çalışmalarına geçmek için yazılarını bıraktığı zaman üzülüyor, kütüphaneye gitmek için çalışmalarını bırakmak zorunda kalınca, üzülüyor, bilgilerle dolu o harita odasından ya da okuma odasındaki mallarını satmayı başaran yazarların sırlarıyla dolu magazin dergilerinden ayrılınca, hep üzülüyordu. Ruth'la birlikte olduğu zamanlar ise, onun yanından ayrılmak vakti geldiğinde, yüreğini bağlayan adale lifleri kopuyormuş gibi oluyor ve Martin, karanlık sokakları, eve bir an önce varıp, kitaplarına bir an önce kavuşmak için yıldırım gibi geçiyordu. Ona en güç geleni de, matematik, ya da fizik kitabını kapatıp defteri, kalemi bir kenara bırakarak, uyumak için yorgun gözlerini kapamaktı. Kısa bir zaman için dahi olsa, yaşamaya ara vermekten nefret ediyordu. Bütün tesellisi ise, çalar saatin beş saat sonrası için ayarlanmış olmasıydı. Bütün kaybedeceği beş saatti nihayet; sonra çalan zil, onu bilinçsizlik halinden hızla ayağa fırlatacak ve Martin, önünde yine on dokuz saatlik koca bir gün bulacaktı.

Martin EdenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin