Aşk inanmaktır aynı zamanda. Sevgiline gönlünü verdiğin gibi ruhunu da vermektir. Gerekirse benliğini teslim etmektir. Ruhundan ruh, gücünden güç katmaktır. Hayata gücün oranında hazırlamaktır. Ruth, Martin'in büyük bir yazar olacağına inanmıyor, bunu da her halinden belli ediyordu. Ancak genç kadının Martin'in yazar olacağına inanmıyor olması, Martin'i etkilemedi. Bu durum Ruth'u, Martin'in gözünde ne yüceltti ne de alçalttı. Aristokrat aile kızının kolay inanmayacağına yorumladı bunu. Kendini dinlemeyi, sorunlara kendi perspektifinden bakmayı sürdürdü. Özellikle kısa süren büyülü tatilinde, kendini enine boyuna inceledi, içini dinledi, insanları gözlemledi, böylelikle hem kendisiyle hem de toplumla ilgili birçok yeni şey öğrenme fırsatı buldu. Bunca şey içinde öğrendiği en önemli şey, hayatta istediklerinin çoğunu Ruth için istediğiydi. Örneğin yakışıklı ve şöhretli bir adam olmayı en çok Ruth için istediğini keşfetmişti. Bundan dolayı ünlü bir yazar olmayı çok arzuluyordu. Bütün dünyanın gözünde bir numara olmak, herkes tarafından takdirle anılmak; sevdiği kadın kendisiyle övünsün ve değerli bulsun diye, yine kendi ifadesiyle, "yolunu kıvırmak" istiyordu.
Kendini Ruth'a öylesine kaptırmıştı ki, sanki varlık sebebi Ruth'du. İhtiras derecesindeki aşkı yüzünden Ruth'a hizmet etmeyi bile yeterli bir kazanç olarak algılıyordu. Ruth'a olan sevgisini yalnızca güzellikle açıklamak olanaksızdı; çünkü onu, güzelliğin soyut varlığından da fazla seviyordu. Zaten Martin'e göre dünyada en değerli şey güzellikti. Martin'in içinde bir ihtilal yaratarak onu kaba denizci halinden alıp bir öğrenci, bir oyuncu haline getiren kuvvet aşktı; bundan ötürü de Martin için bu üçü arasında en mükemmeli, en büyüğü, öğrenmekten ve sanatkarlıktan da büyüğü aşktı. Daha şimdiden, kendi beyninin, Ruth'un beyin kudretini aşmış olduğunu keşfetti; tıpkı kendi kardeşlerinin ya da babasının beynini aştığı gibi... Ruth sanat tarihi mezunuydu, eğitimin her aşamasından geçmişti. Ancak Martin'in öğrenme gücü, üstün hırsı sayesinde Ruth'unkini çoktan aşmış ve bir yıla yakın bir zamanı kendi kendini incelemeyle geçirmiş olması da ona ayrıca bir dünya ve dünya olayları, sanat ve yaşam üzerinde, Ruth'un elde etmeyi ümit dahi edemeyeceği bir görüş inceliği kazandırmıştı.
Bütün bunları anlayışı, ne Martin'in Ruth'a olan aşkına ne de Ruth'un Martin'e olan aşkına etki etti. Aşk son derece mükemmel ve soylu bir şey, Martin de aşka eleştiri bulaştırmayacak kadar sadık bir âşıktı. Ruth'un sanat, doğru davranış ve kadınlara oy hakkı tanınması konularında değişik, zıt fikirlere sahip oluşunun aşkla ne ilgisi vardı? Bunlar birtakım beyinsel tartışma yollarıyla ilgiliydi ve aşk mantığın üstündeydi. Martin aşkı küçümseyemezdi. O aşka tapıyordu. Aşk akıl düzlüğünün yukarılarında, tepelerin doruklarindaydı. O, varlığın yücelmiş bir hali, hayatın en yüksek doruğuydu ve insan ona ender rastlardı. Büyük değer verdiği bilim filozofları sayesinde Martin, aşkın biyolojik anlamını öğrenmişti ama aynı bilimsel düşünce ile fakat daha saf bir muhakeme yoluyla da insan organizmasının en yüksek amacına aşkta ulaştığı, aşkın tartışılamaması, hayatın insanoğluna verebileceği en büyük ödül olarak kabul edilmesi gerektiği sonucuna varmıştı. Böylece Martin, aşığı bütün yaratıkların en mutlusu olarak kabul etti; dünyadaki her şeyin, üzerine çıkan, servetin, yargının, halkoyunun ve beğenilmenin üstüne, hayatın kendisinin üstüne yükselen ve bir öpücüğe can veren, Tanrı'nın çılgın aşığını düşünmek ise ona büyük bir mutluluk verdi. Martin bunların çoğunu muhakemesinin süzgecinden geçirmiş bulunuyordu, bir kısmını da ilerde geçirdi. Bu arada da bir Ispartalı gibi yaşayıp, Ruth'u görmeye gittiği zamanlar dışında zihnini hiç dinlendir-meksizin çalıştı. Ev sahibesi dul Maria Silva'nın küçücük tek odaya her ay iki buçuk dolar ödedi. Bu Maria, çocuklarını ne yapıp edip büyütmeye uğraşan, kederini ve yorgunluğunu köşedeki bakkal ya da meyhaneden onbeş sente aldığı bir galonluk sulu, ekşi şarapta boğan çok çalışkan, çalışmanın sertleştirdiği ağzı bozuk, erkek gibi bir kadındı. Önceleri ondan ve onun küfürbazlığından iğrenen Martin, yaptığı yiğitçe savaşı gördükçe, yavaş yavaş bu kadına hayranlık duymaya başladı. Küçücük evde topu topu dört oda vardı. Renkli bir halının iç açıcılığı kadının, sayısı belirsiz ölmüş yavrularından birinin cenaze törenine ait bir kartpostalla, ölümünü gösteren bir fotoğrafın da elemli bir hava verdiği salon olarak kullanılan bu odalardan birisi titizlikle konuklar için ayrılmış olarak tutulurdu. Perdeler daima inikti. Resmi görevler dışında Maria, çocuklarının bu odaya girmelerine izin vermezdi. Yemeği mutfakta pişirir ve hepsi mutfakta yerdi. Maria aynı zamanda pazar hariç, haftanın bütün günlerinde, çamaşırını da mutfakta yıkar, kolaları, ütüleri hep burada yapardı; gelirinin önemli kısmını, daha varlıklı komşularının çamaşırlarını yıkayarak sağlardı. Geriye Maria ile yedi çocuğunun balık istifi uyudukları, Martin'inki kadar küçük yatak odası kalıyordu. Hepsinin bu odaya nasıl sığabildiklerine Martin hayret etmekten kendini alamaz ve her gece kendi-ninkiyle bu odayı ayıran ince bölmeden, bunların yatmaya gittiklerini, çocuk feryatları, kavga gürültüleri, alçak sesle konuşmaları ve uykulu, kuşlar gibi cıvıldaşmaları duyardı. Maria'nın bir başka gelir kaynağı da gece gündüz sağılan ve boş arsa ile kaldırımın iki yanındaki otlardan gizlice beslenen iki inekti. Pejmürde oğullarından ikisi hep ineklerin yanında dururdu; bunların bekçilik görevleri, başıboş hayvanları toplayan belediye memurunu kollamaktan ibaretti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Martin Eden
General FictionRoman, Martin'in aşkı uğruna eğitimsiz genç bir işçiden başarılı ve rafine bir yazara dönüşüm mücadelesini anlatır. Kahramanı hedefine ulaştığında ise motivasyonunu ve heyecanını çoktan yitirmiş, trajik bir sona doğru sürüklenmektedir artık...