22

259 23 3
                                    

XXXVIII

Hayatın çekilmez ve acı yüzünü zaten tanımıştı. Son zamanlarda ise acının ne olduğunu anlıyor, ıstırabın şeklini çiziyordu. Ancak çizdiği bu şekil onu sarsıyordu. Düşünceleri, eylemleri donup kalmıştı, adımını bile atamıyor, olduğu yerde çakılıp kalıyordu. İşte bu nedenle de yazmayı bir süreliğine rafa kaldırdı. "Gecikmiş" masasının üzerinde ve unutulmuş bir halde uyumaya devam ediyordu. Değişik dergilere göndermiş olduğu yazılarının hepsi de şimdi masanın altını dolduruyordu. Yalnız bir tek yazıda ısrarını sürdürüyordu. Geri geldikçe başka dergilere gönderiyor, bu başyapıt niteliği taşıyan yazının yayımlanmasını istiyordu. Bu yazı Brissenden'in "Sapkın"ıydı.

Hayatı çalışmaktan ibaret gören Martin artık bu-nalımlarıyla uğraşıyordu. Bu bunalım son hızla onu da içine alıp sindirmişti. Sinirleri hassasiyetini yitirmiş, beyni, ruhu, kalbi karma karışık olmuştu. Hayatın belki de en çekilmez yanıyla karşılaşmıştı, sevmiş, ölümüne sevmiş, ama terkedilmişti. Artık bisikletinin, çok sevdiği siyah elbisesinin bir önemi yoktu, kaldı ki her ikisi de rehindeydi. Daktilonun sahiplen de onu kira için sıkıştırmaya başlamışlardı. Fakat o, bunları önemsemiyordu. Bu bunalım devresini atlatıp kendine yeni bir yol arıyordu. Bu yolu ararken de hayatının alabildiğince sakin geçmesi gerekiyordu.

Haftalar sonra beyniyle ruhunu burkan, içindeki alevi yakan ve beklentiler içinde sorularla baş başa bırakan bir beklentisi gerçekleşti. Sokakta dalgın ve anlamsızca yürürken Ruth'a rastladı. Ruth'un yanında kardeşi Norman vardı. Martin, Ruth'u görünce günlerin getirdiği acı ve baskılara dayanamadı ve koşar adım yanlarına geldi. Ne var ki onlar, Martin'i görmezlikten geldiler, hatta Norman daha da ileri giderek Martin'i kaba bir el hareketiyle itmeye çalıştı.

— Eğer kardeşimin önünü kesmeye kalkarsan polis çağırırım, diye tehditde bulundu. — Seninle konuşmak istemiyor, ısrar etmekle onu aşağılamış oluyorsun, dedi. Martin bu sözlere aldırmadı:

— Eğer inat edersen polisi çağırmak zorunda kalırsın, o zaman da adın gazetelere geçer. Hadi şimdi çekil yolumdan da eğer canın istiyorsa git çağır polisini. Ruth'la konuşacağım ben. Ruth'a:

— Kendi ağzından duymak istiyorum, dedi. Ruth sararmış titriyordu ama kendini toplayıp sorar gibi baktı. Martin aceleyle:

— Mektubumda sorduğum soru, dedi.

Norman sabrının tükendiğini gösteren bir harekette bulundu, Martin bakışıyla onu durdurdu. Ruth başını iki yana salladı.

Martin sordu:

— Bütün bunlar tamamen senin kendi isteğinle mi?

Ruth, alçak, kendinden emin bir sesle ve vereceği cevabı enine boyuna düşünerek: — Evet. Kendi isteğimle. Beni öylesine küçük düşürdün ki, arkadaşlarımla karşılaşmaktan utanıyorum. Hepsinin de benim hakkımda konuştuklarını biliyorum. Sana söyleyebileceğim bundan ibaret. Beni çok kötü duruma düşürdün, seni bir daha asla görmek istemiyorum.

— Arkadaşlar! Dedikodu! Yalan gazete haberleri! Hiç şüphe yok ki bütün bunlar aşktan daha kuvvetli değildir! Ben ancak, senin beni hiçbir zaman sevmemiş olduğuna inanabilirim. Ruth'un yüzüne hücum eden kan, betini benzini sararttı. Belli belirsiz bir sesle: — Bütün geçenlerden sonra mı? dedi. Martin sen ne dediğini bilmiyorsun. Benim haysiyetim var. Norman kızkardeşini kolundan çekerek:

— Görüyorsun, seninle herhangi bir ilişiği kalmasını istemiyor işte, diye bağırdı. Martin kenara çekilip onlara yol verdi. Eli bilinçsiz bir hareketle cebine gidip boş yere tütün ve kahverengi sigara kâğıdını aradı.

Kuzey Oakland'a kadar uzun bir yol vardı, ama Martin merdivenleri çıkıp da odasına girene kadar yürüdüğünün farkında bile değildi. Kendini, yatağının kenarına oturur halde, yeni uyanmış bir uyurgezer gibi çevresine bakınırken buldu. "Gecikmiş"in masanın üstünde durduğunu gördü, sandalyesini çekti, uzanıp kalemini aldı. Yaradılışından gelen bir etkiyle, mantığı onu hep her şeyi tamamlamaya zorlardı. Burada bitmemiş bir şey vardı. Bu şey, başka bir şeyin tamamlanabilmesi için geri bırakılmıştı. Şimdi bu başka şey bitmiş bulunuyordu ve Martin, artık bitirene kadar kendini bu işe verecekti. Ondan sonra ne yapacağını bilmiyordu. Bildiği tek şey, hayatının bunalımlı bir dönemini atlatmış olduğuydu. Bir dönem tamamlanmıştı ve Martin bu devreyi bitirmek için bir usta gibi son defa elinden geçiriyordu. Geleceği merak ettiği yoktu. Nasıl olsa yakında geleceğin kendisine neler hazırladığını öğrenecekti. Bu her ne ise, önemi yoktu. Beş gün, hiçbir yere gitmeden, kimseyi görmeden, azıcık bir yemekle yetinip başını kaldırmadan "Qecikmiş"in üstünde çalıştı. Altıncı günün sabahı postacı ona, The Parthenon"un editöründen ince bir mektup getirdi. Mektuba bir bakışta, "Sapkın"ın kabul edildiğini anladı. Editör mektubuna devamla, "Şiiri Mr. Cartwright'e vermiştik, bize verdiği raporda şiirden öyle övücü bir dille söz ediyor ki, şiiri geri çevirmemize imkan yok. Şiiri yayınlamaktan duyacağımız samimi zevkimizi belirterek şunu size bildirmek isterim ki, Temmuz sayımız hazırlanmış olduğu için şiiri Ağustos sayısında çıkarmayı tasarladık. Lütfen memnuniyetimizi ve teşekkürlerimizi Mr. Brissenden'e iletiniz ve bize kendisinin bir fotoğrafı ile hakkında biyografik bilgi postalayınız. Önerimizi yeterli bulmadığınız takdirde bize derhal bir telgraf çeker ve uygun bulduğunuz fiyatı bildirirseniz çok teşekkür ederiz.

Martin EdenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin