9

510 34 6
                                    

Martin ruhunu öykülere, makalelere, şiirlerde döktü ve bu makineye teslim etti. Onları katlayıp katlayıp verdi, uzun zarfın içine yazılarla birlikte gerekli pulları da koyup zarfı mühürledi, dışına daha fazla pul yapıştırarak posta kutusuna attı. Zarf kıtayı baştan aşağı dolaştı ve bir zaman geçtikten sonra postacı el yazılarını, üzerinde kendi yolladığı pullar bulunan başka bir uzun zarf içinde geri getirdi, öbür tarafta iyi bir editör yoktu; sadece, yazılarını bir zarftan çıkarıp diğerine koyan, üstüne pul yapıştıran, ustalıkla bir araya getirilmiş birtakım çarklar vardı. Tıpkı, içine peniyi atınca tablet çikolata veren otomatik makineler gibi. Çiklet veya çikolata almak isteyenin parayı hangi makineye atacağına bağlıydı bu. Editörlük makinesi de öyle işte. Bir makine çek veriyor, öbürü ise ret pusulası. Martin şimdiye kadar hep ikinci makineye rastlamıştı. Ret mektupları bu işin korkunç mekanikliğini tamamlıyordu. Basılı formlar halinde hazırlanmış olan bu mektuplardan Martin yüzlerce almıştı, eski yazılarının her biri için bir düzine veya daha fazla olmak üzere. Bu ret mektupları ile birlikte bir satırcık bireysel bir yazı da alsaydı eğer, sevinecekti. Ama hiçbir editör çıkıp da bir tek satır yazmamıştı. Bunun üzerine Martin diğer yanda sıcak yürekli insanların değil, sadece bir makinenin içinde, iyi yağlanmış, mükemmel işleyen çarklar bulunduğu kararına vardı. Martin savaşçı ruhluydu. İnatçı ve gözü pekti. Makineyi yıllarca beslemeye razı olurdu, ama şimdi kan kaybediyordu ve savaşın sonunu yıllar değil, haftalar belli edecekti, ödediği pansiyon kirası, onu her hafta bitişe biraz daha yaklaştırıyor, diğer yandan kırk yazısı için ödemekte olduğu posta masrafları da en aşağı pansiyon kirası kadar büyük bir kayba sebep oluyordu. Artık kitap satın almaktan vazgeçti ve ufak tefek şeylerde tasarruf yaparak kaçınılmaz sonu geciktirmeye çalıştı; yine de, nasıl ekonomi yapılacağını bilmediğinden kız kardeşi Marian'a elbise alması için beş dolar verince, sonunu bir hafta daha yakınlaştırmış oldu.

Cesareti kırılmak üzere olan ve hiç kimseden de öğüt ve cesaret sözleri duymayan Martin karanlıkta vuruşuyordu. Artık Gertrude bile ona yan yan bakmaya başlamıştı. Başlangıçta, Gertrude, budalalık deyip geçmiş, bir kız kardeş düşkünlüğü ile onu hoş görmüştü; ama şimdi, yine bir kız kardeş yüreğiyle endişe duymaya başlamıştı. Gertrude'a göre Martin'in budalalığı bir delilik halini almaya başlamıştı. Martin bunu biliyordu ve ona durmadan dır dır eden Mr. Higgin-botham'ın açıktan açığa yaptığı hakaretler bile bu kadar üzüntü vermiyordu. Martin kendine güveniyordu, ama bu güveniyle yapayalnızdı. Ruth bile ona inanmıyordu. Martin'in kendini çalışmalara vermesini istemiş ve onun yazı yazmasına açıkça muhalefet etmediği halde, hiçbir zaman da bunu desteklememişti.

Fazlasıyla hassas oluşu engel olduğundan Martin, hiçbir zaman Ruth'a eserlerini göstermeye cesaret edememişti, üstelik de Ruth harıl harıl derslerine çalışıyor, Martin de bu yüzden Ruth'un zamanını çalmaktan çekiniyordu. Ama Ruth mezuniyet sınavını verince Martin'den yazdıklarını kendisine göstermesini istedi. Martin hem sevindi hem de utandı. İşte bir yargıçla karşı karşıyaydı. Ruth sanat tarihi mezunuydu, usta öğretmenlerden edebiyat okumuştu. Belki editörler de birer yetkili yargıçtı, ama Ruth herhalde onlardan başkaydı. Ruth kalkıp da ona basılı bir ret pusulası vermezdi; eserinin tercih edilmemiş olmasının, eserinde mutlaka değer bulunmadığı anlamına geldiğini de söylemezdi herhalde.

Ruth söylerdi ona, o pırıl pırıl, aceleci konuşma tarzıyla sıcacık bir insandı o, en önemlisi de genç kız, gerçek Martin Eden'den bir şeyler bulmaya çalışırdı. Ruth, Martin'in eserlerinden, onun ruhunun, kalbinin ne biçim olduğunu çıkarır, onun rüyalarını, gücünün derecesini, azıcık, birazcık anlardı. Martin kısa öykülerinden bir kısmının daktiloda yazılmış kopyalarını topladı, bir an tereddüt ettikten sonra "Deniz Lirikleri"ni de bunlara ekledi. Bir haziran sonu öğleüstü, bisikletlerine atlayıp tepelere gittiler. Bu Martin'in, Ruth'la ikinci defa yalnız çıkışıydı. Henüz çıkan bir meltemin serinletmeye başladığı sıcak, tatlı bir havada bisikletlerini sürerlerken dünyanın iyi düzenlenmiş bir dünya olduğu, yaşamak ve sevmenin çok güzel bir şey olduğu gerçeği Martin'i son derece duygulandırdı. Bisikletlerini yolun kenarına bırakıp, güneşten kavrulmuş otların memnun kuru bir hasat havası teneffüs ettiği açık bir tepeciğin üstüne çıktılar. Ruth, Martin'in ceketi üzerine oturdu. Bunun üzerine Martin:

Martin EdenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin