7

697 35 2
                                    

IX

Martin Eden bu okuma ve öğrenme çalışmaları sırasında bütün parasını tüketmiş, üç kuruşa muhtaç hale gelmişti; işte bu yüzden define avına çıkan bir yelkenliye tayfa yazılıp denize açıldı. Gemi seferi sekiz ay sonra hazine bulunamadan Salamen adalarında sona ermiş, tayfaların ücretleri ise ancak Avustralya'da ödenebilmişti. Martin de hemen bir uzak yol gemisine atlayıp San Francisco'ya doğru yola çıkmıştı. Bu sekiz aylık sefer ona, sadece karada haftalarca kalmasına yetecek para kazandırmamış, aynı zamanda bol bol çalışıp okumasına da olanak vermişti.

İşte bu koşullar altında kalbinde özlem ve mutluluk hayaliyle geldi Martin. İyi ve çalışkan bir öğrenci kafasına sahipti; bunun dışında, hiçbir şeyden yılma-yan bir tabiatı ve Ruth'a olan aşkı vardı. Yanına aldığı gramer kitabını, hiç yorulmadan baştan aşağı iyice öğrenene kadar, tekrar tekrar okumuştu. Gemi arkadaşlarının kullandığı bozuk gramere dikkat edip bunların konuşmalarındaki yanlışları aklından düzelterek, cümleleri yeni baştan doğru olarak kurmaya önem vermişti. Kulağının yavaş yavaş hassaslaştığını ve gramerinin kuvvetlendiğini sevinçle fark etmişti. Bir çifte olumsuz kelime ya da ek artık onun kulağını tırmalıyor ve bu kulak tırmalayıcı kelime de çoğunlukla, deneyim eksikliğinden oluyordu. Beyni bütün yenilikleri kabullense de dili, yeni oyunları bir gün içinde öğrenmeyi kabul etmiyor, ısrarla pratik yapmasını istiyordu.

Defalarca tekrardan sonra grameri tamamlayınca, eline sözlüğü alıp kelime dağarcığına her gün yirmi kelime katmaya başladı. Bu işin pek de kolay olmadığını gördü. Kelime anlamlan gittikçe uzuyor, söyleyiş şekilleri üzerine yaptığı denemeler ise beyni yoru-luncaya değin sürüyordu. Kelime ve anlamlarını içeren listeyi dümen dolabı başına asmış, sık sık buraya bakarak unutmadan aklında tutmanın yollarını arıyordu. Vardiya tuttuğu zamanlarda da kelimelere hakimiyetini tekrarlar yaparak kurmaya çalışıyordu. En son, akşamları yatarken kelimelerin anlamlarını tekrarlayarak uyumayı adet edindi. Dilini, Ruth'un konuştuğu dile yatkın hale getirmek için hafif sesle kendi kendine tekrar ettiği çeşitli cümleler arasında, "hiçbir şey yapmadı", "ben olsaydım" gibi kelime grupları yer alıyordu, "ve" ve "yor" lan, "d" ile "g" yi kuvvetle söyleyerek binlerce defa tekrarladı ve gemi subaylarıyla, gezmek için para yatırmış olan centilmen maceraperestlerin çoğundan daha doğru ve daha anlaşılır bir İngilizce'yle konuşmaya başladığını hayretle gördü.

Kaptan balıkgözlü bir Morveçli'ydi. Nasıl olduysa eline bir Shakespeare kitaplığı geçirmişti. Kitapları okuduğu falan yoktu. Martin de kaptanın elbiselerini yıkayıp, buna karşılık, değerli ciltleri okumak iznini aldı. Bir zaman sonra içi dışı tiyatro doldu. En sevdiği pasajlar kafasının içine kazınmıştı sanki. Hatta kendini öylesine kaptırdı ki bütün dünya Elizabeth devri trajedisi ya da komedisinde yer alan havaya büründü. Kendi düşünceleri ise bu trajedinin yanında kafiyesiz birer şiirdi. Bu eserler onun kulağını terbiye edip asıl İngilizce'yi gereği gibi değerlendirebilmesini sağlamıştı; bununla beraber, bu yüzden kafasının içi, artık kullanılmayan bir sürü eski kelime ile de dolmuştu.

Bu sekiz ay boyunca o, doğru konuşmayı öğrenmiş, yüksek düşünüş hakkında edindiği bilgilere ek olarak, kendini de daha iyi tanımıştı. Bilgisinin azlığından doğan bir alçakgönüllülüğün yanı sıra, kendi gücüne de bir iman belirmişti içinde. Tayfa arkadaşlarıyla kendisi arasında keskin bir ayrılık bulunduğunu hissetmiş ve akıllı olduğu için bu ayrılığın kazanılan başarıdan çok, olanaklardan doğduğunu da anlamıştı. Kendi yapabildiği şeyi, onlar da yapabilirdi; ama Martin içinde, kendisine yaptıklarından, çok daha fazlasını yapabileceğini anlatan karmaşık bir hissin gittikçe mayalanıp, koyulaştığını fark etmişti. Dünyanın çok güzel oluşu ona azap veriyordu; Ruth'un da orda olup, onunla bu güzelliği paylaşmasını istiyordu. Ruth'a, Güney denizlerinin güzelliklerini anlatmaya karar verdi. Bu düşünceyle birlikte içindeki yaratıcı ruh alevlenip, onu bu güzelliği sadece Ruth'un değil, fakat başkalarının da gözleri önünde canlandırmak kararını vermeye itti. Bu kararın arkasından da kafasına muhteşem bir fikir geldi. Yazacaktı. O da dünyanın gören gözlerinden, duyan kulaklarından, hisseden, yüreklerinden biri olacaktı. Her şey yazacaktı; şiir, düzyazı, öykü, betimleme ve Shakespeare'inki gibi piyesler, işte karşısına bir meslek, Ruth'u kazanmak için bir yol çıkmıştı. Edebiyat dünyasının insanları birer devdi ve Martin Eden için onlar, senede otuz bin dolar kazanıp, isterlerse yüksek mahkemede hakimlik yapabilecek olan Mr Butler'lerden çok daha mükemmel insanlardı. Bu fikir kafasında filizlenir filizlenmez, Martin'i iyice sardı ve San Francisco'ya dönüş yolculuğu bir rüya halinde geçti. Gizli kalmış kudretiyle sarhoş olan Martin, her şeyi başarabileceğini hissediyordu. Martin, büyük, ıssız denizin ortasında bir perspektif kazandı. Ruth'u, dünyayı sanki ilk defa ve apaçık bir şekilde gördü. Bütün bunları hayalinde, iki eliyle tutup, evirip çevirerek inceleyebileceği gözle görülür bir şey gibi canlandırdı. O dünyada hala, belli belirsiz, bulutlu olan daha birçok şey vardı, ama Martin dünyayı küçük ayrıntıları ile değil, bir bütün olarak görüyordu; hem bu dünyaya hakim olmanın yolunu da görmüştü Martin. Yazmak! Bu düşünce içini bir ateş gibi sardı. Geri döner dönmez başlayacaktı; ilk işi, hazine arayıcılarının gezisini anlatmak olacaktı. Bunu San Fran-cisco'daki gazetelerden birine satardı. Ruth'a hiçbir şey söylemez, adı gazetede çıkınca ona bir sürpriz yapardı. Yazarken, bir yandan da çalışmalarına devam ederdi. Bir günde yirmi dört saat vardı. Martin hiçbir şeyden yılmazdı. O, nasıl çalışılacağını biliyordu ve kaleler bile onun önünde dize gelirdi. Bir tayfa olarak bir daha denize çıkmak zorunda kalmayacaktı. Hemen o anda Martin'in gözleri önünde motorla giden bir yat hayali beliriverdi. Motorlu yatları olan başka yazarlar da vardı. Tabii başarının önceleri ağır adımlarla ilerleyeceği şeklinde kendi kendine sakin olmasını anlattı. Başlangıçta yazılarından sadece çalışmalarına devam etmesini sağlayacak kadar para kazanmakla yetinecekti. Bir süre sonra hiç belli olmayan bir süre sonra artık öğreneceğini öğrenip kendini hazırlamayı bitirdiği zaman, büyük eserler verecek ve adı herkesin dudaklarında dolaşacaktı. Fakat daha da önemlisi, hepsinden de mükemmeli, Ruth'a layık olduğunu ispat etmesi olacaktı. Şöhret güzel şeydi, ama kafasındaki bu şahane rüya Ruth için doğmuştu. Martin bir şöhret tüccarı değildi, sadece Tanrı'nın çılgın aşıklarından biriydi o.

Martin EdenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin