13

411 29 11
                                    

XIX

Artık hüznün, ıstırabın, kederin mevsimi sonbahar gelmişti. Ruhun yaprak parçalarında tıkanıp kaldığı, gözlerin ruhun biriktirdiklerini akıttığı ayrılık mevsimi sonbahar bütün varlığıyla gelmişti. Yaprakların tek tek düşüşü insanın içinde mutlu yarın hayallerini yeni ve gelecek baharlara taşıyordu. Bu sonbahar mevsiminde sıcak, baygın bir mevsim değişikliği sessizliği yaşayan güzel bir sonbahar günü geldi; puslu güneşi, havayı uykusundan uyandırmadan gezinen serseri meltem esintileriyle tam Kaliforniya'nın pastırma yazından bir gün. Dumana benzeyen ama duman olmayan, duman renginden yapılmış dokular gibi, mora çalan sisler tepelerin kuytularında gizleniyordu. Yükseltilerin üzerinden, San Fransisco bir duman lekesi gibi yoğun, keskin, kurşuni uzanıyordu. Araya sıkışan körfez, erimiş maden gibi donmuş parlıyor, üzerindeki yelkenli gemiler ya hareketsiz duruyor, ya da tembel akıntıya uyarak belli belirsiz yer değiştiriyordu, uzaktan Tamalpais, gümüş donukluğunda, açıkça seçiliyor ve batıya devrilen güneşin altında soluk renkli altından bir yol gibi görünen Golden Gate kanalıyla genişliyordu. Onun ötesinde de dumanlı gibi görünen engin Pasifik, ufuk hattı üzerinde yığılıp, kara kışın ilk müjdesini vermek için karaya doğru sürüklenen bulutlarla kabarıyordu. Sona ermek üzere olan yaz, tepelerin kuytularında eriyip kaybolarak, vadilerinin mor renklerini daha da koyulaştırıp, tükenen kuvvetlerden ve doyan zevklerden duman halinde bir kefen dokuyarak, hayata, hem de iyi yaşanmış bir hayata doymuş olmanın huzuru içinde can verirken, bu ölüm hali uzuyordu. Tepelerin arasında o en sevdikleri açıklık yerde Martin'le Ruth yan yana oturup, başlarını sayfaların üzerine eğdiler ve Martin yüksek sesle, Browning'i çok az erkeğe nasip olan bir aşkla seven kadının aşk dörtlüklerini okudu. Ancak bu okuyuş zamanla gevşedi. Çevrelerindeki, ölmekte olan güzelliğin büyüsü, onları okumaktan alıkoyacak kadar kuvvetliydi. Hayatının sonuna gelen altın bir yıl ölüyordu; hava, hiç pişmanlık duymadan, nefis bir güzellik, mutluluktan ve doymuşluktan arta kalan anılarla ta-şarcasına doluydu. Bu, bir rüya gibi iplik iplik onların içine girip dayanmanın kuvvetini azaltarak, erdemin ya da muhakemenin yüzünü buğuyla, morumtırak bir sisle örttü. Martin yüreğinin eridiğini ve bir sıcaklığın kendini yokladığını hissetti. Başı, Ruth'un başına çok yakın duruyordu; bir meltemin uçan hayaletleri Ruth'un saçlarını oynatıp da bu saçlar Martin'in yüzüne değdiği zamanlar da, kitaptaki yazılar, Martin'in gözleri önünde bulanıp dalgalanıyordu. Bir keresinde Martin okuduğu yeri kaybedince, Ruth: — Okuduğunun bir kelimesinin bile farkında olmadığına eminim, dedi. Martin ona alev alev yanan gözlerle baktı, neredeyse ahlaksız bir şey yapmak üzereydi ki dilinin ucuna bir cevap geliverdi:

— Bende senin farkında olmadığından eminim. Okuduğumuz son şiir ne anlatıyordu? Ruth içtenlikle gülerek:

— Bilmiyorum, unuttum. Daha fazla okumayalım artık. Kitap okunamayacak kadar güzel bir gün, dedi. Martin ciddi bir tavırla:

— Bu tepelerdeki son günümüz olacak. Denizin ufuk hattı üzerinde fırtına bulutları toplanıyor. Kitap Martin'in elinden yere kaydı, ikisi de orada oturdukları yerden dalgalı körfezi, sanrılı ve görmeyen gözlerle kendilerini bırakmış bir halde, sessiz sedasız izlemeye daldılar. Ruth yana doğru, Martin'in boynuna baktı. Martin'e yaslanmadı. Kendi dışındaki, yerçekiminden de kuvvetli, kader kadar kuvvetli bir güç tarafından ona doğru çekildi. Martin'e yaslanması için arada iki üç santimlik bir ara vardı ve Ruth bu arayı iradesiz bir hareketle kapadı. Omuzu, tıpkı bir kelebeğin çiçeğe dokunuşu kadar hafifçe Martin'in omzuna dokundu; Martin'in omzundan gelen karşıt zorlamada aynı derecede hafif oldu. Ruth, Martin'in omzunun gücünü, Martin de içinin titremelerini hissetti. Artık Ruth için geri çekilme zamanı gelmişti, ne var ki o şimdi bir otomattan farksızdı. Hareketleri iradesinin kontrolünü aşmıştı. Ruth, üzerine çöken bu tatlı delilik nöbeti içinde ne kontrolü ne de iradeyi düşündü. Martin'in kolu yavaş yavaş Ruth'un arkasından doğru geçip, onu sarmaya başladı. Ruth da, Martin'in kolunun ilerleyişini, ıstıraplı bir tat içinde bekledi. Kuruyan, yanan dudaklarıyla, kalbi çarparak, kanı damarlarında bir bekleyiş humması halinde dolaşarak, neden olduğunubilmeksizin bekledi. Arkasına dolanan kol, yukarıya doğru çıktı ve onu yavaş yavaş, okşar gibi, Martin'e doğru çekti. Ruth daha fazla bekleyemedi. Tamamen içinden gelen karşı konulmaz bir kuvvetin etkisi altında yapılmış bir hareketle, önceden tasarlamadan, rüzgara tutulmuş gibi, ve yorgun bir iç çekişiyle başını Martin'in göğsüne yasladı. Martin başını hemen eğdi; dudaklarını yaklaştırırken, Ruth'unkiler de Martinin dudaklarını karşılamak için büyük bir istekle uzandı.

Martin EdenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin