XXIII
Yoksulluk yaşamın hoş olmayan, hoş görülmeyen halini anlatır. Aristokratların üzerine sahtelik dolu övgüler dizdiği, rahatça atış yaptığı haldir yoksulluk. Maria Silva da bir yoksuldu ve yoksulluğu her yönüyle biliyordu. Çünkü yoksulluğun en küçük ayrıntısını bile yaşamış, dinine imanına kadar bu ruh halini tatmıştı. Zenginler için yoksulluk nasıl bir anlam taşırsa, Ruth için de aynı anlamı taşıyordu, tok açın halinden anlamaz kabilinden yaklaşıyordu soruna. Zaten bilgisi de bu kaba, dışsal görüntüden ibaretti. Ruth, Mar-tin'in yoksul olduğunu biliyor, ancak bu yoksulluğunu üstün iradesi sayesinde yeneceğine inanıyordu. Zira hayatta başarı kazanmış insanlar Abraham Lin-coln'ün, Mr. Butler'in çocukluk günlerindeki yoksulluklarını anımsıyordu. Bir yandan yoksulluğun tatsız bir şey olduğunun bilincindeyken, diğer yandan da yoksulluğun faydalı olduğunu, tamamen bozulmamış ve köle gibi çalışmaya razı olmayan herkesi başarıya sürükleyen mahmuz etkisi yaptığını da orta sınıf insanlarına has bir rahatlıkla düşünebiliyordu. Öyle ki, Martin'in yoksul olduğunu, saatiyle paltosunu rehin bırakmış olduğunu bilmesi, onu rahatsız etmiyordu.Hatta, ergeç Martin'in pes edip yazı yazmayı bırakmak zorunda kalacağına inanarak, bunu yoksulluk durumunun ümit verici bir tarafı olarak görüyordu.
Ruth, Martin'in süzülen yüzündeki açlığın anlamını kavrayamadı. Yine Ruth, genç adamın her geçen gün çukurları derinleşen yanaklarının nedeninin açlık olduğunu okuyamadı. Hatta onun yüzündeki bu tıknaz zayıflığı memnuniyetle karşıladı. Zira bu değişiklik Martin'i iyice inceltmiş, Ruth'u istemediği halde ayartan o hayvanca kuvvetinin, gereksiz fazlalıklarının çoğunu götürmüştü. Birlikte oldukları zamanlar, Martin'in gözlerinde her zamankinden fazla bir parlaklık görüyor ve daha çok, şaire, bilgine benzettiği için, bu pırıltıya hayran oluyordu. Bilgin veya şair olmayı Martin de isterdi herhalde, bu aynı zamanda Ruth'un da istediği bir şeydi.
Maria Silva, Martin'in çukurlaşan yanaklarında, alev gibi yanan gözlerinde başka şeyler okuyor ve bunlardaki değişiklikle birlikte Martin'in servetindeki azalıp çoğalmayı da takip ediyordu. Martin'in paltoyla çıkıp soğuk, rutubetli bir gün olmasına rağmen, paltosuz döndüğünü ve ondan sonra yanaklarının hızla dolmaya başlayıp gözlerindeki açlık pırıltısının kaybolduğunu farketmişti. Aynı şekilde, Martin'in bisikletiyle saatinin gittiğini ve bunların, herbirinin gidişinden sonra Martin'in gücünü yeniden kazandığını da görmüştü. Bunun yanında, Martin'in katlandığı zahmetleri görüp onun nasıl ölesiye çalıştığını da anlamıştı. Çalışma! Gerçi, Martin'inki farklı bir çalışmaydı, ama onun çalışmada kendisini geride bıraktığını biliyordu. Martin'in ne kadar az yemek yerse, o kadar fazla çalıştığını anlayınca da hayret etti. Açlığın Martin'i pençesine en çok aldığını tahmin ettiği zamanlarda, ara-sıra fırından yeni çıkmış bir ekmek yolluyordu. Tedbiri elden bırakmaksızın, hareketini kendi pişirdiği ekmeğin Martin'in pişirdiğinden daha iyi olduğu yollu bir şaka ile örterdi. Yine arasıra, çocuklarından biriyle Martin'e bir tabak sıcak çorba gönderir, aynı zamanda da kendi kendine, kendi kanından, kendi etinden olan yavrularının lokmalarını ağızlarından almaya hakkı olup olmadığının muhasebesini yapardı. Martin de şükran duymamazlık edemezdi; yoksulların nasıl yaşadıklarını biliyor ve eğer dünyada sevap diye bir şey varsa, bu kadının yaptıklarının sevabın ta kendisi olduğunu düşünüyordu.
Bir gün, evde kalan son yiyecekle, çocuklarının karınlarını doyurduktan sonra Maria, son onbeş sentini bir galon ucuz şaraba yatırdı. Mutfağa su almaya gelen Martin'i oturup içmeye davet etti. Martin, onun sağlığına, o da Martin'in şerefine içtiler. Arksından Maria, Martin'in çalışmalarının bir gün kendisine refah getirmesi, Martin de James Grant'ın ortaya çıkıp Ma-ria'nın yıkadığı çamaşırların ücretini vermesi dileğiyle içti. James Grant, borçlarını her vakit ödemeyen ve Maria'ya üç dolar takan gezginci bir marangozdu. Her ikisi de ucuz, ekşi şarabı boş midelerine içtikleri için, şarap çabucak tuttu onları. Birbirlerinden tamamıyla farklı bu iki yaratık, sefaletleri içinde yapayalnızdılar. Birbirlerinin sefaletini hal ve tavırlarıyla bilmemezlikten gelmelerine rağmen, onları birbirine yaklaştıran bağ sefaletin ta kendisiydi. Maria, Martin'in vaktiyle Azarolar'da bulunmuş olduğunu öğrenince hayretler içinde kaldı; kendisi orada onbir yaşına kadar yaşamıştı. Ailesiyle birlikte göç ettiği Hawai adalarında da bulunduğunu öğrenince hayreti ikiye katlandı. Evlenip de kızlıktan kadınlığa geçtiği Maui adasına da gitmiş olduğunu öğrenince artık hayreti sonsuz derecede arttı. Kocasıyla ilk defa karşılaştığı Hahulaiye Martin iki kere gitmişti! Evet, Ma-ria şeker çeken vapurları hatırlıyordu, onlara binmişti de hay Allah, dünya ne de küçüktü! Hele Wailiku! Orada da bulunmuş Martin! Acaba plantasyonun baş kâhyasını tanıyor muydu Martin? Evet, tanıyordu, hatta onunla birkaç kadeh içmişti bile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Martin Eden
General FictionRoman, Martin'in aşkı uğruna eğitimsiz genç bir işçiden başarılı ve rafine bir yazara dönüşüm mücadelesini anlatır. Kahramanı hedefine ulaştığında ise motivasyonunu ve heyecanını çoktan yitirmiş, trajik bir sona doğru sürüklenmektedir artık...