Beratını alan adam
CÖMERT OLMAYINCA malın,
Cömert olduklarımın enayi yerine koyduklarında...
Vefa olmayınca arkadaşlığın,
Vefasızlık gördüğümde büyük vefasızlıklara gönüllü imza attıklarında...
Ölürse sanki o da ölecekmiş gibi yaşayan bir aşığın boşa sevda salıncağında sallanması misali...
Karşılığı olmayan aşkın kimseye bir hayrı dokunmuyor olduğunu her yıkılışımda değil, her ayağa kalktığımda anladım.
Ne acı ki;
Eskiden cömertliğin, vefanın, aşkın kıymetli olduğunu bilirdik. Şimdilerde sadece parasını bilir olduk. Çünkü kişilik para işaretine, karakter direksiyon işaretine dönüşmüş bir dünyaya şahitlik ediyoruz.Eski zamanların birinde saf mı saf temiz mi temiz, her şeye ve herkese kanan bir adam yaşarmış. Tüm muradı insanlara hizmet edip rabbinin rızasını kazanmakmış. Fakat bazı kendini bilmez insanlar, onun bu saflığından yararlanıp ona kötü şakalar yapıp üzerlermiş.
Gel zaman git zaman, bu saf adamın köyünden bir grup insan umre ziyareti yapmaya karar vermişler. "Yolda biraz takılırız, zaman geçiririz." düşüncesiyle giderlerken bu adamcağızı da yanlarında götürmek istemişler.Nihayet uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Beytullah tüm heybetiyle görünmüş. Müslümanlar ve bizim iyilik timsali saf adamımız, heyecan ve sevinçle ona koşmuş ve umre vazifelerini yerine getirmişler.
Yaklaşık on gün burada ibadet be taatle meşgul olan kafile artık toparlanıyormuş. Artık Resulallah'a varma zamanı gelmiş. Nur şehir Medine'ye gitmek için yola koyulmuşlar. Mekke'den bir mil mesafe ayrılmışlardı ki içlerinden biri çantasından bir takım kağıtlar çıkarmış, acele ile arkadaşlarına dağıtmaya başlamış."Bu nedir?" diyenlere "Bizim saf adama müthiş bir oyun hazırladım." demiş.
Kafilede olan herkese dağıtmış. O kağıtlardan sadece saf adama vermemiş. Arkadaşları dayanamamış "Çabuk anlat, oyunun nedir?" demişler.
"Bakın," demiş adam. "Birazdan saf adam gelecek. Bizlere ellerimizdeki kâğıtların ne olduğunu soracak."
"Eee, biz ne diyeceğiz?"
"Diyeceğiz ki bu kağıtlar bize cennetten geldi. Umre ziyaretimizi kabul eden Allah, bizlere beratlarımızı gönderdi."
Arkadaşlarından bazıları "Fakat bu çok ağır bir şaka olur." dedilerse de bu işi yapmaya karar vermişler. Biraz sonra saf adam yanlarına gelmiş. Bir de ne görsün? Herkesin elinde birtakım kağıtlar var, onu öpüp kokluyorlar. Dayanamamış "Ey benim arkadaşlarım!" Nedir o elinizdeki öpüp kokladığınız kağıtlar?" diye sormuş.
Hepsi birbirine kaş göz edip gülüşmüşler. Bu oyunu hazırlayan zat ona "Aaa, senin bu kağıtlardan haberin yok mu?" demiş.
"Hayır, yok.""Ama nasıl olur! Bak, hepimize gönderildi bundan."
"Fakat anlamıyorum, nedir onlar? Kim gönderdi?"
"Kim olacak, umremizi ve ibadetlerimizi beğenip kabul eden Allah gönderdi."
Saf adam beyninden vurulmuşa dönmüş. Sonbaharda yaprakları dökülüp en ufak rüzgarda titreyen bir gül ağacı yaprağı gibiymiş. Dudakları "Rabbim! Rabbim!" diye kıpırdıyormuş. Aniden yönünü Mekke'ye çevirmiş. Birden olanca kuvvetiyle koşmaya başlamış. Arkadaşlarının "Dur gitme, şaka yaptık!" sözlerini duymuyormuş bile. Onun gönlü yanmış, hem de nasıl bir yangın? Belki Nil Nehri oraya aksa, söndüremeyecek büyüklükte bir yangın. Düşüyor, kalkıyor, ağlıyormuş.
Sonunda kavuşmuş Beytullah'a. Ona öyle bir sarılmış ki Kabe'nin örtüsü gözyaşlarını içine çekiyormuş.
Kalbini alemlerin Rabbi olan Allah'a bağlamış bir vaziyette haykırıyormuş:"Ey yüceler yücesi Allah'ım! Ey benim Rabbim! Niye benim beratımı vermedin, ne kusur ettim? Allah'ım! Arkadaşlarım öyle mutlu ve sevinçli, ben böyle boynu bükük yetim kaldım. Rabbim! Sana yalvarıyorum! Benim de beratımı ver.
Ne olur Allah'ım, beratımı ver!" Böyle yalvarırken başına bir şeyin çarpıp yere düştüğünü hissetmiş. Bir de ne görsün? Arkadaşlarının ellerindeki kağıtlardan çok daha güzel bir kağıt... Hemen almış. Sevinçten ne yapacağını şaşırmış. Hemen kalkıp kafilesine doğru koşmaya başlamış. Bir yandan da bağırıyormuş:"Aldım! Aldım! Ben de beratımı aldım!"
Arkadaşlarının hepsi şaşırmıştı. Adam yanlarına gelince, hemen elindeki kağıdı almışlar. O da neydi? Bu kağıt çok güzel kokuyormuş! Hayatlarında hiç bu kadar güzel bir koku almamışlardı. Üstelik çok garip, Harika desenli bir kağıtmış. Şimdi hepsi telaşlanmışlardı. İşin içinde bir iş vardı ama ne? Hiç vakit kaybetmeden hemen Mekke'de o devrin büyük alimi bir büyük zata gitmişler. O alim zat kapıdı eline alır almaz, ayağa kalkmış.
"Sübhanallah! Bu cennet kokusudur!" demiş. Kağıdı açınca hayret ve dehşeti artmış. "Bu," demiş, "bu bir berattır. Falan adama yazılmış. Hemde nur mürekkeple yazılmış."Hepsi donup kalmış. Kimileri de hüngür hüngür ağlıyormuş. Alim o saf ve temiz adamı kucaklamış; sakallarından, yüzünden, ellerinden öpmüş. "Ne olur bana dua et!" diye rica etmiş.
Dua etmek için iyi bir sebeptir
Size kötü davranan insanlar.
Madalyonun iki yüzü varsa
Biz, iyi olan ve güzel tarafını görmeliyiz.
Onlar kötülükle aslında bize iyilik yapmanın erdemini ve lezzetini tattırıyorlar.
"Size iyi davranan insanları sevin,
Davranmayanlara dua edin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yürek Yorgunları (TAMAMLANDI)
PoetrySusanın gönlü har içinde kor Olur. Vicdanımın bağıran sesi susmuyor. Gönlüm yol çeker lakin, ayaklar yorgun. Gönül bin beter yorgun...