Sırma'dan
''Aba su.''
Açık camdan içeriye giren güneş ışıkları yüzüme doğru vurmaya başlayınca, elimi yüzüme doğru siper ettim. Ama Korcan, tabii ki beni rahat bırakmayarak yüzümdeki ellerimi kendi minik elleriyle çekiştirdi. Onun bu kaba(!) kuvvetine karşı gelmeyerek istemeye istemeye ellerimi yüzümden çektim. Evet, artık güneş tam olarak benim yüzümdeydi.
''Su.''
Tek hece ve tek kelime. Bu sihirli kelime sayesinde Korcan'la beraber oturduğumuz kanepeden kalktım. Artık eskisi kadar minik olmayan minik bebeğim, hızla boynuma asıldı. Hafifçe kollarını okşadım ve geri çekilmesi için uyardım. ''Abayı boğma.''
''Abayı boymaca!'' Kelimeyi düzgün telaffuz edememesine gülümseyip yanağına sulu bir öpücük bıraktım ve mutfağa doğru adımladım.
Evde henüz kimse uyanmamıştı; Korcan ve ben hariç. Gözümden uyku akıyordu ama malumunuz atarlı kardeşim şafak operasyonuna kaldırmıştı beni. Ona asla direnemiyordum. Ve gün geçtikçe o yavaş yavaş bunu anlıyor, beni kuklası yapmaya bir adım daha yaklaşıyordu.
Mutfak tezgahında yıkanmış halde duran biberonunu alıp sürahiden içine su doldurdum. Biberon elimden saniyeler sonra Korcan'a geçmişti. Atarlı, sabırsız ve her daim aç. Tanıdık geldi değil mi? İşte, Koray Doğan'ın tek çocuğu olma istediğimi şimdi daha iyi anlıyorsunuzdur. Çünkü bu ev, bu sülale, bir tane daha babam gibi biriyle baş edemezdi. Ama başa gelen de gördüğünüz üzere çekiliyor.
''Ablan kurban olsun sana! Paşam benim!'' Aniden gelen sevgi patlamasıyla kardeşimi öpücüklere bulamaya başladım. Korcan huzursuzca sesler çıkarmaya başlamıştı ki mutfağa doğru gelen sesler duydum. Annem uyanmıştı.
''Sırma? Niye ayaktasınız kızım?''
''Oğluşunun canı uyuşturucu operasyonu yapmak istemiş.''
Kendi yaptığım espriye kendim gülmüştüm. Ne yapayım, daha uykum açılmamıştı ki. Saçmalıyordum işte.
Korcan annemin kucağına doğru kendini ittirmeye çalışınca, sabah sabah başımıza iş çıkmaması için onu güvenle annemin kollarına teslim ettim. Hemen gülücükler saçmaya başladı. ''Abayı sattın. Sana o suyu ben verdim.''
''Iıııh!''
''Kızım sen git yat. Ben de kardeşini tekrar uyutmaya çalışayım.''
Annemin dediğini ikiletmeden, ''Kahvaltıya uyandırmayın.'' dedim ve koşarcasına mutfaktan kaçtım. Deli gibi uykum vardı, ama şimdi yatağıma kavuşacak ve huzura erecektim.
Odama gelir gelmez soğumuş çarşaflarımın arasına girdim. Gözümü tam kapatıyordum ki yastığımın altından telefonumun titreştiğini gördüm. Sabahın köründe hangi densiz beni arıyordu ki? Güneş bile insafa gelip daha yeni doğmuştu!
Hırsla telefonumu bulunduğu yerden çektim. Ekranda Berkant'ın adını görmemle ''Hay senin ben...'' diye bir laf döküldü ağzımdan. ''Babamın kırk üç numara ayakkabısı ağzına girsin Berkant.''
Ve maalesef aramayı yanıtladım. Anında neşeli sesi kulaklarıma doldu. Bu çocuk, nasıl bir ruh hastasıydı? Acaba hepimizden gizli bir tür madde mi kullanıyordu? Anne ve babasına o gece neden biri engel olmamıştı? Neden?!
''Sarma n'aber?''
''Niye aradın oğlum? Saatten haberin var mı senin?''
''Vaaaar.'' Ağzını yaya yaya konuşmasına karşın gözlerimi sıkıca yumdum. Şeytan diyor, çarp ağzının ortasına bir tane. Aksi aksi, ''Bak çocuk, ne söyleyeceksen söyle. Uyuyorum oğlum!'' diye söylendim.