Deniz'den
Saat sabahın beşiydi.
Bugün, bir saat sonra, tüm grup olaraktan Antalya'ya yola çıkacaktık. Ve ayrıca yarın Berkant'ın doğum günüydü.
Bir haftadan fazladır, ailelerimizi ikna edip festivale gitmek için izin almakla uğraşmıştık. Benimkiler çok fazla sorun çıkartmamıştı aslında. Ama Sırma'nın babası Koray Bey amca ve gelecekteki müstakbel kayınpederim Argün Bey amca ve Özge Ceyda'nın babası bey amca biraz arıza çıkartmıştı.
Onları anlayabiliyordum aslında. Çocukları için endişeleniyorlardı ve bu güzel bir şeydi. Sonuçta evlerimizden yaklaşık 718 kilometre, 8 saat uzaklıkta olacaktık. Allah korusun, birimize bir şey olsa hemen gelemezlerdi ve kız babalarını bilirsiniz, her zaman onlara karşı daha korumacı oluyorlardı. Neyse ki orta bir yolda anlaşılmıştı.
Herkesin ama herkesin telefonu yedi yirmi dört açık olacaktı. Sabah, öğle, akşam olmak üzere herkes anne ve babasını birer kez arayıp vaziyeti bildirecekti. Telefonlara ulaşamama gibi bir durum söz konusu olmayacaktı-bunu özellikle Koray Bey amca tembihlemişti, bu konu hakkında çok derin bir yarası olduğunu Sırma biraz çıtlatmıştı- bu yüzden eğer telefonun çekmeyeceği bir yere gideceksek önceden gideceğimiz yeri haber verip gidecektik.
Minik kampımız dört gün, üç gece sürecekti ve ekstrem bir durum olmadığı sürece söylediğimiz tarihte evimize varmış olacaktık. Bu uyarı arabayı kullanacak olan Bertan'a yapılmıştı aslında.
Ve kimse aşırı alkol alıp sapıtmayacaktı. Aslında bizim böyle bir sorunumuz yoktu, çünkü kızlar zaten alkol kullanmıyordu. Ben ve Enis Acar'da canımız çok isterse yılda birkaç kere, bir ya da iki tane birayla isteğimizi geçiştiriyorduk. Ama Berkant ve Burak söz konusu olunca... Onların sapıtmaması mümkün değildi. Adamların kafası zaten doğuştan güzeldi. Alkol almalarına gerek bile yoktu.
Böylece tüm uyarılarımızı aldıktan sonra, Berkant Efendi'nin adını unuttuğum üvey kuzenine kesin olarak geleceğimizi haber ettik Özge Ceyda sayesinde. Ve üvey kuzen, biraz indirimli bir şekilde festival biletlerimizi almamıza yardımcı olmuştu.
"Annecim, her şeyin hazır mı?"
Annem elindeki saklama kabıyla karşımda dikiliyordu. Oturduğum koltukta dikleşerek ona baktım. Her be kadar sen uyu, ben sessizce giderim desem de benimle beraber kalkmıştı.
Elindeki kabı uzattı. "Bunu da koy. Yeni piştiler. Yolda giderken yersiniz."
"Niye zahmet ettin anne ya? Gidip uyu hadi."
Beni eliyle geçiştirdi ve küçük bir çocuğu tembihlercesine, "Aman diyeyim, Deniz. Gençsiniz, kanınız kaynıyor, sakın ha kızların çadırına girip kalmayın." dedi. "Mahvederim seni. Uslu uslu kendi çadırınızda kalın."
Açıkçası annemin sözlerinden biraz utanmıştım. Çünkü bu zamana kadar bana böyle bir uyarıda bulunmamıştı. Yani, elbet babam bazen dertleşirken bana çaktırmadan uyarı yapıyordu ama, annem daha önce hiç alenen söylememişti. Üstelik Enis Acar'da yanımızda olacaktı. Ben Peri'mle kalmak istesem bile o izin vermezdi.
"Sen oğlunu tanımıyor musun?" dedim gözlerimi kaçırırken. Annem saçlarımı karıştırdı. "Hem seni hem Nilperi kızımı tanıyorum, ama yine de uyarmak istedim, belki seni hava çarpar diye..."
"Çarpmaz çarpmaz. Rahat ol sen."
Annem bir şey demedi ve tekrar gözden kayboldu. O gittikten sonra telefonum çalmaya başladı. Peri kızım arıyordu. Hemen cevapladım.
"Günaydın, çilliciğim."
"Günaydın." Uykulu sesini duyunca gülümsedim. "Hazır mısın?"