Gece'nin artık saymayı bıraktığım bir diğer anısından sonra artık iyice sıkılıyorum. Çünkü bir vapur gezisi, ki kendisine gezi demem ben resmen işkence, denizin ortasında durmuş ve motorlarda bir arızası olduğu için yarım saattir bizi burada öylece bekletiyor. Üstelik akşam, üstelik ben ve ağır depresyonum üzerimize incecik bir hırkadan başka bir şey almadık, üstelik Gece'yle birlikteyim.
Tamam, Gece'yle birlikte olmak hiç de kötü bir şey değil.
Ama hayatımın en kötü günlerinden birini geçiriyor olmam gerekirken, ilk defa birkaç gündür tanıdığım bir erkek tarafından önemseniyorum ve bu tüm hissettiğim o saçma şeylerden yavaş yavaş uzaklaşmamı sağlıyor. Kendimi çaresiz ve yalnız hissettiğim tüm o anlarda nasıl başa çıktığımı düşünürken, Gece ve o morali bozuk sesi beni çekip çıkarıyor.
''Beni dinliyor musun?'' dürüstçe cevap veriyorum.
''Evet.''
''Peki, en son ne dedim?''
''Bilmiyorum.''
''Bak işte, dinlemiyorsun.''
''Kız gibi trip mi atacaksın Gece?'' önce yüzünü buruştursa da, sonra bunu unutmak ister gibi başını iki yana sallayıp etrafa bakınmaya başlıyor. Gece, her farklı akşam farklı bir yakışıklılıkla çıkıyor karşıma. Akşam yemeğinden sonra gelip, sanki ailemin önceden haberi varmış gibi sadece beni evden alıyor oluşu bile ayrı bir gizemdi. Özellikle beyaz tişörtünün üzerine giydiği siyah ceketi, siyah kotu ve siyah Adidas spor ayakkabıları, geriye atıp değişiklik yapmış olduğu şekilli saçlarıyla oldukça cazip duruyor karşımda. Yakışıklı, havalı, çekimi kuvvetli ve karizmatik. Kendimi onun yanında güvende hissediyorum.
''Neyse. Seni bu kadar çökerten şey ne Mine?'' sessizce onu süzmeye devam ediyorum. Akşamın koyu renkleri gözlerindeki maviliklerde canlanırken, benim şu bir çift yeşil gözler öylece var olmak için varlar zaten.
''Boş ver, önemli bir şey değil.'' elimle geçiştirmeye çalışırken havada yakalıyor. Ardından elimi kendine çekerken beni de öne doğru eğiyor.
''Sorun her neyse, bırak sana yardım edeyim. Bunlar mı?'' diyor, dokunuşunu bile hissetmediğim bacaklarımda parmaklarını bastırırken. Bebek teni pembeliğindeki teni, akşamın renginde bir ton daha koyuyken, karanlığa göğüs germiş dudakları aynı pembeliğini koruyor. Bana ikna edici bakışlarını yollarken başımı aşağı yukarı sallamak zorunda kalıyorum, bunca zamandır tüm kaosu içime gömdüğümü belirten bir iç çekerken. Onun bu kadar iyi biri olduğuna kendimi alıştırınca, arkadaş ortamındaki halini düşünmemeye çalışıyorum bir yandan da. Bunu istemiyorum çünkü.
''Biri seni üzdü mü?'' diyor, bu sefer de göz rengi koyulaşmaya başlayıp, göz bebekleri küçülüyor. Ses tonu hem şefkat ve korumacı dolu, hem de sinirli ve hırçın. Cevap vermeyişimden evet anlamını çıkarırken o da doğruluyor.
''Kim?'' cevap vermiyorum, sayemde yine bir gerginlik çıkacak ve Seda gelip beni yerin dibine sokmaya devam edecek çünkü, bunu adım gibi biliyorum.
''Mine, kim dedim.'' cevap vermek yerine sorun olmadığını, birazdan yola çıkacağımızı anons yapan kaptana kulak kesilirken, Gece çenemden tutup yüzümü yüzüne denk getiriyor.
''Cem mi? Yoksa Korkut mu? Başkası mı yoksa?'' ses tonunda yakaladığım en farklı şey ise korumacılığının yanındaki sevgisi ama sevgiden çok yalvarır gibi. Gözleri resmen alev almış bir şekilde kızgınlıkla bana bakıyor. Daha önce hiç fark etmediğim bu sinirli yanı ve güçlü bakışları beni korkuturken, vapur tekrar hareket ediyor.
Rüzgar daha sert esmeye başlarken ağzımdan nefes alıyorum yine. Damağıma tuhaf bir tat yapışıyor.
''Mine,'' dişlerinin arasında çıkan adım, sabır sınırlarını zorladığımın anlamına gelecek kadar kısık çıkıyor. ''Söyle artık. Yoksa seni yoldan geçenlere gösterip doğru kişiyi bulana kadar hepsini döverim.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ENGEL
Teen Fiction''Olmaz Gece, yapamayız. Daha ne kadar götürebiliriz ki?'' ''Gider! Sonuna kadar gider! Sen ne dersen de senden asla bıkmam ben.'' ''Sana istediğin hiçbir şeyi veremem.'' ''Senden bir şey istemiyorum ben. Sadece birlikte olalım yeter.'' ''Gece ben y...