Merhabalar ve merhabalar dostlarım. Mutlu günler dilerim hepinize. Şarkı ve şiirimizi bıraktıkayım ve burayı size bırakayım ben.
Kendimden Hallice-Hatamı Dansa Kaldırdım
Şiirimiz;
Ah Ulan Rıza-Yusuf Hayaloğlu
...
Ah ulan Rıza... ben şimdi,
Bu koca deryada tek başıma ne halt ederim?
Senden ayrılacağımı sanma,
Bir kaç güne kalmaz, ben de gelirim! ..Yakışmayan sonların kadınıydım belki de. Sonları getirilmeyen hikayelerin başrolüydüm. Ama bu hikayenin de bir sona ihtiyacı vardı değil mi?
"Çıkmak istediğimi söyledim aptal mısın ki cevap vermiyorsun."
Sanırım delirmenin eşiğindeydim. Evden kaçışımın ve tekrar dönüşümün ardından evde sıkı bir güvenlik uygulanmıştı. Bahçeye dahi çıkamıyordum Aleksey olmadan. Ve bunun en sonunda pekala bir patlaması olmuştu.Karşımdaki adama bağırsamda elindeki gazetenin sayfasını değiştirmek dışında başka bir tepki vermemişti.
Hırsla yanına giderken göz ucuyla baktı.
"Yavaş ol zarar göreceksiniz." karnımdaki küçük insanlar ve bendim kastı. Kocaman olmuş karnım hareket alanını oldukça kısıtlıyıp rahatsız ediyordu.
"Benim söylediklerimi duymazdan gelmeyi bırak o zaman. Fark etmen için kendime zarar mı vermem lazım. Ne istiyorsun?" elindeki gazeteyi sakince katlayıp sehpanın üzerine bıraktı ve doğrulup yanıma adımladı.
"Size zara gelme ihtimalini göze alır mıyım sence?" elin belime sarıp beni kendine çekerken laflarını söylemeyi de esirgemiyordu. "Bugün dışarıda yemek yiyelim ona göre giyin ben seni bekliyor olacağım." yanağıma bir öpücük kondurup geriye çekildi bana bir gülümseme suunup koltuğunda eski konumuna döndü anında.
En azından evden uzaklaşabileceğim düşüncesiyle asansöre adımladım. Merdiven kullanmam yasaklanmıştı ki bu karınla imkanı yoktu o kadar merdiveni tırmanamazdım.
Odaya girdiğimde hamilelik döneminde aldığımız bordo diz altı dar elbisemi giyindim uzun kolluydu fakat yine de üstüme paltomu aldım.
Aşağı inerken omzuma çantamı asmış elimde spor ayakkabılarımla iniyordum. Eğilip doğrulmak imkansız hale gelmişti tüm hareketlerim bu karınla kısıtlanıyordu sonuç olarak.
Alekseyin önüne geçip elimdeki ayakkabıları gözünün önünde salladığımda gazetesini tekrar katlayıp sehpanın üzerine koydu.
Yerinden doğrulurken bana direktif vermeyi ihmal etmiyordu tabi."Buraya otur ve bir daha çıplak ayakla evde dolaşma hastalanacaksın." Bir kaç onay mırıltısı bırakıp gösterdiği yere oturdum, o da dizlerinin üstüne çöküp ayakkabılarımı giydirdi.
Doğrulmadan önce karnıma sonra da dudaklarıma bir öpücük kondurup ayaklandı.
Bir bakıyorum Alekseye de aklımdan durmadan geçen düşünceler tekrar canlanıyor. Normal bir hayatımız olsaydı nasıl olurduk acaba diye düşünüyorum. Sever miydim ki onu ya da mutlu mu olurduk ki? O ve ben gerçekten biz olabilir miydik? Normal hayatın normal dertleriyle birlikte mi başa çıkardık? Sanırım imkansızı düşünmekti benimki. Bunları düşünmek ancak hüzün sunardı insana. Ya da yarar sağlamayacak düşüncelerle zihnimi boşar yormakla sonuçlanırdı.
Dışarı çıktığımda Rusyanın keskin soğuğu çarptı yüzüme paltomu vücuduma sararak hızlı adımlarla arabaya ulaştım. Soğuğu kesinlikle sevmiyordum ki buna nefrette diyebilirsiniz tabi.
Sıcak arabada ikimizde yerimizi almış akıp giden yolu seyre dalmıştık.
Fazla normal anların bünyeme ters teptiğini anlıyorum aslında, normallikten o kadar uzalaşmışım ki normal olmak iğreti duruyordu üzerimde.
Her zaman düşünüyor ve her zaman başka şey düşünüyordum. Kendi hayatımı kaybetmek pahasına başka bedenlere zaferler sunuyorumdum.
Başım ağrıyordu yol bitmiyordu ve insanlar mutluydu ve belki de mutsuz. Ve belki de susmuş.
Öyle ya da böyle zaman akıyor hayat devam ediyordu. Bir gerçek gülüşe ömür harcanıyor fakat yine de ölmekten korkuluyordu. Dünyamız, dünyamız ve insanlar hep böyleydi ya da böyle olmaya mahkum edilmiş bir laneti.
Sonunda ulaşmamız gereken noktaya varmıştık. Şık manzaralı bir yerdi umuyorum ki içide sıcaktı. Konumu güzel ve uygun bir masaya oturmuş sipariş vermeye çalışıyordum. Çalışıyordum çünkü ne yemek istediğimden pek emin değildim ve bu sorumluluğu Alekseye üstlenmiş ikimizin adına siparişi o vermişti.
"Benden vazgeçmeyi düşündün mü?" bir anda sorulan hazırlıksız bir soru, acemi bakışlar. Bir insan neden bir insanı bu kadar ister sorgusu ya da neden vazgeçmez...
"Hayır." cevabı netti, bakışları her zaman benimdin diyordu. "Bir gün bu noktaya geleceğimizi biliyordum. Ayrıca sana dair hiçbir zaman vazgeçtiğim bir şey olmadı."
Peki ben onu hiç istemiş miydim ki ya da bu noktaya geleceğimi biliyor muydum? Elleriyle hayatımı kuklaya çeviren adam, ben seni hiç istemedim ki.
Düşüncelerim kırık cam parçaları gibi etrafa saçılmış bir tek bana yaralar açıyor bir tek bana acı vermeye çabalıyordu. Alekseyin benim hayatımdaki başrol oluşu ne zaman son bulacaktı, ne zaman adını anımsayacağım bir insan haline gelecekti. Ya yakındı ya uzak ve ya da asla.
Yemekler gelmiş ve suskunluk içinde yemek yerken oyunun başladığını Alekseye gelen aramayla anlamıştım.
"Ülkede Yakuzalar* görüldü."
Teşekkürler zaman.
*Yakuza-Japon mafyası
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAFYA(BİTTİ)
ChickLit"Bırak beni artık kurtulayım cehenneminden. "Umudun bittiği o kör noktada başlar yalvarmalar. "Ben sana cenneti sundum Angel fakat sen cehenneme susamış bir kadınsın bu seçimi sen yaptın. Sana seni asla bırakmam demiştim. Sana seni bana mahkum eder...