Prof. Martin'in son cümlesinden sonra üzerime toplanan bakışların etkisiyle sessiz kalmıştım.
"Değil mi Mrs. Demir?" diye ikinci kez sorunca cevap vermemi istediğini anlamıştım. Bu adama hala sinirliydim.
"Evet, efendim." diye dişlerimi sıkarak yarım yamalak söylemiştim bu cümleyi.
"Güzel." dediğinde herkes tekrar Profesör'e bakmaya başlamıştı.
Tam bir şey söyleyecek gibi ağzını açmıştı ama zil sesini duyunca gülümsedi ve, "Bugünlük ilk dersiniz sınıf öğretmenlerinizle tanışabilmeniz için on dakikaydı. Sınıf öğretmeniniz Prof. Xavier bir aksilikten dolayı biraz geç kalacakmış, başı boş kalmamanız için ben geldim." deyip kol saatine baktı.
"Yirmi dakikalık bir teneffüs molası veriyoruz ki birbirinizle tanışın." diye devam etti.
Sınıftan çıkarken, onu ilk gördüğümdeki gibi arkasında birleştirdiği ellerine dikkat ettim. Çubuğa benzeyen bir şey tutuyor gibiydi.
Prof. Martin sınıftan çıkmış olmasına rağmen pür dikkat kapıya baktığım için yanıma gelen yeni sınıf arkadaşımı fark etmemiştim. Kafamı kaldırdığımda sarı saçlı bir kızın bana gülümsediğini gördüm.
"Selam, ben Sofia. Almanya'dan geldim. Ya sen?" dediğinde kendimi ilkokulda İngilizce dersinde tanıtıyormuş gibi hissettim.
Gülümseyerek cevap verdim. "Ben Kumsal, Türkiye'denim." dediğimde "Ah, öyle mi? Ortaokuldayken de Türk bir arkadaşım olmuştu. Adı Ceren'di." dediğinde mutlu olmuştum.
Genelde yabancı ülkelerde insanların, Türkiye adı geçince tiksiniyormuş gibi davrandıklarını gözlemlediğim için samimiyetine inanmamıştım. Fakat sohbetimiz biraz daha ilerleyince çok kibar bir kız olduğu kanısına vardım.
Bizim bu kadar iyi anlaştığımızı gören diğer çocuklar da sohbete dahil olmak için yanımıza gelmişti. Herkes farklı bir ülkeden gelmişti. Sınıfın yüzde doksan sekizlik bir kesimi halinden memnundu çünkü buranın nasıl bir okul olduğunu önceden biliyorlarmış.
Yüzde ikilik kısmını ise sanırım ben ve Jeff oluşturuyorduk. Benim nedenim zaten belliydi ama Jeff'i anlayamıyordum...
Babasıyla mı arası kötüydü acaba? Okulla ilgili bir sorunu yok gibiydi çünkü bana okul binası hakkında bilgi verirken resmen gözleri ışıldıyordu. Fazla üzerinde durmadım, bana neydi ki?
Şimdilik tek bir amacım vardı: Bu lanet yerden kurtulmak. Ama telefonlarımıza el koyulmuştu ve hiçbir şekilde ailemizle irtibata geçemiyorduk. Havaalanına vardığımda da bizimkileri aramak için fırsatım olmamıştı. Malum, şu ceset olayı...
Pierre'in tekrar aklıma gelmesiyle arka sıralara bakmaya başladım. Gözlerimin onun mavimsi, yeşil gözlerini bulması bir dakika bile sürmemişti. Ama değişen bir şeyler vardı, dünkü gibi gülümsemiyordu.
Aynı sınıfta olduğumuzu benden önce öğrenmişti ama yanıma gelip tek kelime dahi etmemişti. Doğru ya, birkaç gündür tanıdığın birine bu kadar güvenirsen olacağı buydu!
Gözlerini kaçırıp, kollarını göğsünde kenetlediğinde ayağa kalkıp "Korkak tavuk!" diye homurdandım Türkçe bir şekilde. Ne de olsa anlamazdı.
"O da ne demek?" diye soran Jeff'e baktım.
"İlk karşılaştığımızda da kurduğun ilk cümle bir soru cümlesiydi. Neden bu kadar meraklısınız, Bay Asabi?" derken tedirgince gülümsüyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEÇ YA DA KAYBET (CHOOSE OR LOSE)
Teen Fiction"Burada tek bir gerçek var: Herkes seçimlerinin sonuçlarına katlanmak zorundadır. Ya seçersin ya da kaybedersin." Dünya'dan bağımsız ve gizli bir eğitim kurumu olan C.L. Academia, hayatıma yepyeni bir soluk getirdi. Her biri farklı ülkelerden seçile...