Arka odada üstümü değiştirip revirden çıktıktan sonra Mrs. Helena'ya teşekkür ve şimdilik veda ettim. Gerçi böyle giderse bu odaya yaralı bir şekilde daha çok geleceğimi anlamak, zor değildi.
Sözde bana yolu göstersin diye görevlendirilen bu kumral, uzun boylu çocuk daha yolun başında benim gerimde kalmıştı. İkide bir homurdanıp duruyordu.
Koltuk değnekleriyle yürümenin ne kadar zor olduğunu biliyordum. Sekiz yaşındayken balkondan atlayıp bacağımı kırdığım dönemlerde bizzat deneyimlemiştim bu hissi ama bu tavrı yüzünden ona sinirlenmeden edemiyordum.
Her şey benim suçummuş gibi bakıyordu. Ne yani ben mi dedim okulun ilk günü ayağını sakatla diye?
Biraz yavaşlamış ve onun bana yetişmesini beklemiştim. Amacım biraz bilgi edinebilmek için onunla konuşmaktı.
"Acaba burası tam olarak neresi oluyor?" diye yüzüne bakıp sormuştum sorumu.
Ama o önüne bakmaya devam etti. "Bilmiyorum, nereden bilebilirim ki?" dediğinde şaşırmıştım.
Hey, hey! Sakin ol şampiyon.
"Pekala... O zaman burası o havaalanının altında olmalı! İnanmıyorum, resmen gizli geçit inşa etmişler. Güvenlik robotları beni buraya taşırken baygındım, hiçbir şey hatırlamıyorum. Nasıl çıkabilirim buradan ya?" dediğimde tamamen kendi kendime konuşuyordum.
"Söyledim sana, nereden bilebilirim?" diye dişlerini sıkarak konuştuğunda artık patlama sırası bendeydi.
"Hey, neyin var senin? Neden bu kadar... asabisin?" diye çıkıştığımda fark etmeden koluna dokunmuştum.
Tepki olarak önce koluna dokunan işaret parmağıma, sonra da yüzüme baktı. Rahatsız olduğunu düşünüp elimi geri çektim.
Gözlerine ilk defa dikkat etmiştim. Nasıl bir renkti bu yahu? Buz mavisi gibiydi ama aynı zamanda griye de çalıyordu. Nedense bu çocuğun tanıdık geldiğini hissettim.
"Ben asabi falan değilim. Siz gereksiz yere mutlusunuz, enerjiksiniz ya da her neyse..." dediğinde kendime hakim olamayarak bir kahkaha attım.
Mutlu mu, nereden çıkarmıştı şimdi bunu?
"Depresyonda falan mısın? Ayrıca sana ne? Hiç kimsenin dış görünüşüne bakarak mutlu olup olmadığına karar veremezsin." dediğimde sesimdeki alaycı tona engel olamamıştım.
Umursamaz bakışlar eşliğinde kafasını olumsuz anlamda salladı.
İkimiz de farkında olmadan durmuştuk bu koca bahçenin ortasında. Her iki yanımızda da tek sıra halinde uzanan gür ve yemyeşil ağaçların oluşturduğu kümeye baktım.
Ne kadar da güzeldi, yeşil... Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktığımdaysa bir an gerçekliğinden şüphe ettim.
Resmen tutsak bırakıldığımız bu eğitim yuvasından her şey beklenirdi: Son teknoloji harikası binlerce şey vardı burada. Sadece koridorlara bakarak bile bunu anlayabilirdiniz.
Geldiğimden beri o kadar öfkeliydim ki bu okulun sadece kötü yanlarını görmüştüm. Aslında, bir kaçış yolu bulana kadar sadece anın tadını çıkarmalıydım.
Birkaç dakikalığına daldığım bu düşüncelerden sıyrılmamı Jeff'in şıklattığı parmakları sağlamıştı. Tekrar yürümeye başladığında onu takip etmeye devam ettim.
Eliyle yaklaşık 50 metre uzağımızda duran kocaman binayı gösterdiğinde hayretten ağzım açık kalmıştı.
"Şurası Ana Bina. Biraz ileride de basketbol, voleybol, futbol, tenis ve badminton sahaları var. Tabii Ana Bina'nın içinde kapalı salonlar da var, bireysel sporlar için de o kısım kullanılıyor zaten. Zemin katın sol tarafındaki verandayı görüyor musun?" dediğinde şaşkınlığım iki kat daha artmıştı.
İlk defa bu kadar uzun cümleler kurmuştu.
Sorusuna yanıt olarak başımı salladım. "İşte orası da resim sınıfı. Her yeri camdan, harika... Hemen bitişiğindeyse müzik sınıfı var. Normal sınıflarsa ikinci kattan itibaren başlıyor. Daha bir sürü salon var ama isimlerini unuttum, diğer çocuklarla beraber öğrenirsiniz artık." dediğinde şaşkınca ona baktım.
"Hani hiçbir şey bilmiyordun?" dedim.
Gülümsedi. "Ben kendimi bildim bileli buradayım." deyince, "Nasıl, burası bir lise değil mi? Aynı yaşta olduğumuzu biliyorum. O zaman..?" diye soluk almadan konuşurken ani bir şekilde tam adını söyledi.
"Jefferson Martin. Okul Müdürü'nün oğluyum." dedi. "Kısaca Jeff diyebilirsin." diye ekledi. Şimdi neden bu çocuğun tanıdık geldiğini anlamıştım.
"Hiç beklemediğim bir cevaptı bu. Beni okul bahçesine bırakmışlar falan deseydin daha normal karşılardım." dediğimde güldü.
Hayır, gülümsemedi! Gerçekten güldü. Bu hali bana Pierre'i anımsatmıştı. Neden böyle özlemiştim ki onu? Pierre ile tanışalı belki 48 saat bile olmamıştı. Yine de onu yıllardır tanıyormuşum gibi hissetmiştim.
Ana Bina'dan içeriye girdiğimizde karanlık tüneller, her yerinde örümcek ağları olan koridorlar, köşelerde saklanmış canavarlar falan beklemiştim ama burası bildiğin bir okuldu.
Ben de, 'kendine has eğitim yöntemleri var' dediklerinde ne sanmıştım!
Gerçekten kusursuzca dizayn edilmiş bir bina idi. Merdivenlere doğru yönelmişken Jeff'i hatırladım. Zaten o da beni bırakmış asansöre doğru gidiyordu. Ne kadar da anlayışlı bir rehber!
Peşi sıra asansöre bindim ve beşinci katın düğmesine basmak için benim olduğum tarafa uzandığında kafamı biraz geriye eğdim.
Asansörün kapıları açıldığında dört sınıftan oluşan bir koridora ayak basmıştık. Sınıfların üzerindeki tabelalarda 1-A, 1-B, 1-C, 1-D yazıyordu sırasıyla. Türkiye'de olsa buna çok gülerdim: 1 mi?
Bana gönderilen e-postada 'her biri farklı ülkeden seçilen 100 şanslı öğrenci' olduğundan bahsetmişlerdi. Demek ki her sınıfta 25 öğrenci olacak şekilde ayarlamışlardı.
Ama ben daha hangi sınıfta olduğumu bile bilmiyordum. Jeff benden önce davranıp sol taraftaki ilk sınıfa doğru ilerledi. 1-A demek...
Acaba Pierre hangi sınıfta diye düşündüğüm için kendime kızdım. Beni yarı yolda bırakmış, üstelik revire beni görmeye de gelmemişti. Onu düşünmem saçmalıktı!
İlk dersten ilk potu kırmıştık bile! Geç kalmıştık. Jeff başıyla özür dilediğini belirten bir işaret yaptıktan sonra ön sıradaki ilk boş kısıma oturdu. Bense hala kapı eşiğinde beklediğim için Prof. Martin ve diğer öğrenciler tuhaf tuhaf bakıyorlardı.
"Aaa, şey... Ben... geç kaldığım için özür dilerim." dediğimde Prof. Martin eliyle orta sıradan boş olan kısmı işaret etti.
Yerime geçtiğimdeyse hiçbir öğrencinin önünde kitap, kalem vs. olmadığını fark ettim. Keza bende de durumlar aynıydı.
"Evet, gençler. C.L. Academia'ya tekrar hoş geldiniz. Bu okuldan öğreneceğiniz çok şey var. Bunlardan ilki her seçiminizin sonuçlarına katlanmak zorunda olduğunuzdur. İkincisiyse geç kalmamak ve kurallara sadık kalmaktır. Değil mi Mrs. Demir?" deyip tüm bakışları üzerime topladığında irkildim.
Bu okula kafa tutacak cesaretim, etrafımdaki yabancı bakışlar eşliğinde bir balonmuşçasına patlatılmıştı.
***
Selamlar! Umarım bölüm hoşunuza gitmiştir.
• Jeff'in hayat hikayesini nasıl buldunuz?
• Sizce Jeff ve Kumsal iyi bir arkadaşlık kurabilecek mi?
Düşüncelerinizi çok merak ediyor ve önemsiyorum. İki kelime bile olsa ne düşündüğünüzü yazar mısınız? 👉👈
Okuduğun için teşekkür ederim, güzel insan. Kendine iyi bak...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEÇ YA DA KAYBET (CHOOSE OR LOSE)
Novela Juvenil"Burada tek bir gerçek var: Herkes seçimlerinin sonuçlarına katlanmak zorundadır. Ya seçersin ya da kaybedersin." Dünya'dan bağımsız ve gizli bir eğitim kurumu olan C.L. Academia, hayatıma yepyeni bir soluk getirdi. Her biri farklı ülkelerden seçile...