Bölüm Kırk Üç

1.4K 67 104
                                    


Aramızda git gide uzayan bir sessizlik oluştu.

Yutkundum, sözcüklerimi geri alabilmek isterdim, sözcüklerimi şu ana kadar tomurcuklandığı göğüs kafesime geri sokmak isterdim. Denedim de ama sözcüklerim beni terk etmişlerdi bir kere. Geniş konuşulmuşluklar meydanında havada yüzüyorlardı. Oda sallanmaya mı başlamıştı yoksa kafayı mı sıyırıyordum?

Jensen bana dokunmadı veya beni rahatlatmaya çalışmadı. Sadece oracıkta uzun bir süre dudakları aralanmış bir şekilde durdu. Küçük düşmemden dolayı gözlerimi sıkıca kapattım.

"Pekala," abuk subuk ses tonumla konuştum, yüzüm kendime duyduğum nefretle ve emniyetsiz hissetmem ile kızarmıştı. "şey, ben lavaboya kadar sürünüp oraya kıvrılıp ölmeyi bekleyeceğim ve öleceğim tamam mı?"

Cevap vermedi. Sessizlik sürdükçe daha fazla şüphe duyuyordum. Şu ana kadar tutunduğum yegane umudumu da kaybediyordum. Jensen beni istemiyordu. İçim üşüdü ve iliklerime kadar sarsılmaya başladım. "Üzgünüm." dedim çaresizlikle. Çünkü başka denecek bir şey yoktu. Dünyam başıma yıkılıyordu ve bunun için tek bir yanlış yeterli olmuştu.

Nefes alabilmek için bir elimi saçlarımın içinden geçirdim, başarılı olamadım. Jensen dışında her yere baktım, hala çarpıcı bir etkiyle sessizliğini koruyan Jensen dışında.

Aniden üstüme bir yorgunluk çöktü. Ama ne yorgunluk, korkunç derecede bir yorgunluk.  Jensen'ın kollarına yığılıvermek istiyordum. Daha fazla istediğim bir şey yoktu. Ağırlığımı bir süre için ben dışında biri yüklensin istiyordum. Bunu asla yapma-

"Tekrar söyle."

Ne? Jensen kişisel alanıma doğru adımladı , hafifçe kendi alnını benimkine dayadı. Kalbim şiddetlice çarpıyordu. Çenesine dudaklarımı sürtme şansı yakalamıştım.

"Hayır bu..." gözlerimi sıkıca kapadım. "Bak, ben deme-"

"Mish," dudaklarını atardamarıma dokundurdu. "Tekrar söylediğini duymak istiyorum."

Jensen yüzümü elleri arasına aldı. Baş parmakları nazikçe elmacık kemiklerimi okşuyordu. Fazla düşünmeme fırsat bulamadan yine her şeyimi o iki kelimeye sığdırdım. Fısıltılarımla yine ve yine ve yine söyledim. Ta ki dudaklarının dudaklarım üzerindeki etkisi fazla gelene kadar.

Jensen beni aç bir tavırla öpüyordu,beni boynumun arkasından tutup beni imkansızca yakınına çekiyordu ve bu etkiyle dişlerimiz çarpışıyordu. Tutku ve şefkat arasında bocalıyordu, ağzı ılık ancak içtiği onca kahveden bitterdi. Ama dilimi yine de devreye soktum. Dudaklarıma bastırdığı dişleri sivri gelmişti. Bir kolunu bana doladı ve diğer eliyle saçlarımı parmakları arasına almaya başladı. Parmakları saçlarımı dağıtmaya başladı.

Bir yanım bu yeni ilişkiyi yavaşça ele almamızı söylüyordu. Ama buraya, şu ana gelene kadar uzun bir yol almıştık ve bu çok acı verici bir deneyim olmuştu. Çok fazla kaçırdığımız fırsatlar olmuştu, çok fazla vakit kaybetmiştik, aşırı yakın olduğumuz çok zaman olmuştu ve şimdi... Çatlak verdim ve harabolmakta karar kıldım. Kendimi Jensen'a bastırdım, dudaklarım dahası ve dahası için açtı.

"Dinle bak," Jensen alnımı öpmeye yetecek kadar bir zaman için bizi ayırdı. Ben tekrar dudaklarıma saldıracak sanarken o bunu yapmadı. Bunun yerine konuştu. "Ben o romantik zırvalıklarda iyi değilim tamam mı?.. Ama seni çok ama çok fazla istiyorum. O kadar çok istiyorum ki Mish ne yapacağımı bilemiyorum." Titredim. Bir şeyler söyleyecekken başparmağını beni susturmak için dudaklarıma bastırdı. "Ben hiç, - yani asla - başka bir adama karşı hiç olmadı." Gözlerimi her ikisini de ben gözlerimi kapatınca öptü.  "Her şeyim var... Mutluyum sanıyorlar... Ama her gün, her gece... seni düşünüyorum. " yanağımı ve kulağımın arkasını öptü sonra ise fısıldadı, "Şu ana kadar anlamışsındır diye tahmin ediyorum ama;"  sonra ise itiraf etti. " Sana çok aşığım"

Nobody Sees Nobody Knows // Cockles (Türkçe Çeviri)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin