Uçaktan inmeden ve binmeden önce aklımda bir soru vardı. Bayağı da ciddi bir soruydu. Acaba o kahrolası Jhon Sweft gelebilecekmiydi Türkiye'ye. Ama umarım gelirdi.
Uçaktan indim artık Fillandiadaydım ve burası çok güzeldi. İlk defa buraya gelmiştim ve kendime kalabilecek bir otel arıyordum ki buldum. Glass Hotel yazıyordu koskoca bir tabelada. Gidip görevli personele "Bakar mısınız? Bos odanız varmı acaba? "diye sordum.
"Evet var." dedi.
Neyseki ingilizcem pekte kötü degildi. Buradaki insanlarla anlaşabilecek kadar biliyordum. Odama gidip tabletimden Fillandia'nın bir haritasını bulup biraz çevremi tanımaya başladım. İşi çözmüştüm. Ve en önemli şeye geçtim. Buraya gelme sebebim. Jhon'un adresini bulmalıydım. Adresini biliyordum, ezberlemiştim ama nerede olduğunu bilmiyordum. Ertesi gün Jhon'un oturduğu evi aramaya çıktım. Otele pekte uzak değildi. Jhon'un oturduğu sokağa girdim ve önümde 5-6 kişilik, bir grup erkek gördüm. Üstüme gelmeye başladılar. Kaçmaya çalıştım ama kaçamadım çünkü çok hızlı hareket ediyorlardı. Tekrar üstüme üstüme gelerek laf atmaya başladılar. Yine kaçmaya çalıştım ama yine kaçamadım. Köşeye sıkışmıştım. Şimdi de yavaş yavaş yürümeye başladılar. Çünkü artık kaçamayacağımı
biliyorlardı. Biri gelip bana dokunacakken bir ses duydum. O sesle irkildim yabancı bir ses değildi ama kim olduğunu bilmiyordum. Bütün grup onun kim olduğunu görünce korkup kaçtılar. Gözlerimi kapatmış korku ile titrerken yanıma yaklaşan ayak seslerini duydum. Yabancı bir dille bana kim olduğumu sordu.
"I Sıla"diye cevabını verdim. Yine yabancı bir dille "yüzünü kaldır ve bana bak"dedi. Yüzümü kaldırıp ona baktığımda şok oldum. Bu adam, beni kurtaran adam Jhon'du.