:ÜÇÜNCÜ BÖLÜM:

56.1K 2.4K 519
                                    



"Meleğim, yarın görüşürüz." deyip arabadan indim ve açık cama doğru kafamı eğip Kerem Bey'e teşekkür ettim.

Omzumdan düşmek üzere olan çantamı omzua geri çıkarıp evin zilini çaldım. Bugün akşam yemeği falan derken Funda'nın iş çıkış saatini biraz geçmiştik. Yani Funda şu an evde olmalıydı.

"Geliyorum!" seslenişinden iki dakika sonra kapı açılmıştı. Saçı havlu ile sarılı olan Fundanın banyo yaptığından anlamıştım, dışarı çıkacağını.

İçeri girip ayakkabılarımı çıkardım ve ev terliklerimi giyinip çantamı askıya astım. Funda akşam planını anlatırken benimle beraber odama geldi. Ben üzerimdekilerden kurtulup rahat bir şeyler giyinirken Funda da saçındaki havluyu çıkarmış, saçını kurutuyordu.

"Akşam Emre'nin ailesiyle yemek yiyeceğiz. Kaynım yemeğe gelmemi söylemiş Emreye. Kaynanam burun kıvırmış falan ama bir şey diyememiş. Vallahi kadın bana laf sokmaktan bıkmıyor, bu akşam bakalım nasıl laflar sokacak..."

"Laf sokuyor falan ama tatlı kadın." dedim üzerimdeki kazaktan bir celsede kurtulurken.

"Valla tatlı matlı bilmem ben. Bana bir insan gibi davransın, ben de görürüm onun tatlılığını."

Siyah, salaş kazağımı giyindim. Yakası sol koluma doğru açılıyor, omzumdan biraz aşağısına düşüyordu. Modeli böyleydi, rahat.
Pantolonumu çıkarırken arkasını dönen Funda hâlâ söylenmeyi bırakmıyordu tabii ki.

"Kaynım hiç anasına çekmemiş vallahi. Pamuk gibi adam. Görümcem de baş başa iken iyi, yanımızda birileri varken cadı gibi. Ama kadıncağız eşini kaybetmiş, onu da anlamak lazım."

"Aman Funda boşver, konuşma öyle arkalarından. Sen kendinle ilgilen." dedim siyah taytımı bacaklarıma geçirirken. Funda ile beraber odamdan çıktık. Funda kendi odasına girerken bende buzdolabından dünki yaptığım muzlu pudinglerden birini alıp televizyonun karşısına geçtim.

"Hangisini giyeyim?" diyerek odasından elinde iki askıyla çıkan Funda'nın elindeki kıyafetlere baktım. Biri siyah, kalem elbiseydi. Biri de kırmızı kısa bir elbiseydi.

"İkisi de giyilmez Funda. Allah aşkına düğüne değil bir yemeğe gidiyorsun. Kaynanandan laf yemeyi çok sevdin her halde." dedim pudingimi sehpaya bırakıp. Ayaklandım ve Funda'nın odasına girip dolabını açtım.

"Senin şu leoparlı, dizinin altına kadar gelen bol eteğin nerede?" dedim raflara göz atarken. Funda bahsettiğim eteği çıkarırken bende raftan siyah tişört çıkarttım.

"Bunları kombinle. Üzerine de bir deri ceketini alırsın."

"Öyle mi dersin?" dediğinde başımı sallayıp odasından çıktım. Televizyonun karşısına geri geçerken sehpanın ucuna serçe parmağının çarpması ne demektir bilir misiniz? Düşününce bile canınız acır. Evet, tahmin ettiğiniz üzere şu an kıvranıyorum.

"Ayağım...Ah!" deyip tek ayak üstünde zıplasam da acının geçmeyeceğini biliyordum ama zıplayınca acısı azıcık azalıyordu. Sonunda zıplamaktan yorulup kendimi koltuğa attığımda bir de dizimi çarpmıştım o lanet sehpaya. Bu sehpanın bana garezi ne? Bende mi bir sorun var, anlamıyorum ki! Hayır bence tüm suç sehpanın. Konu kapansın.

"Ne cırlıyorsun o kadar? Yoksa serçe parmağını sehpaya mı çarptın?" diyerek giyinmiş bir şekilde odasından çıkan Funda'ya şok içinde bakakaldım. Açık kalan ağzımı kapatıp, gözlerimi kıstım ve tabii kaşlarımı çatmayı da ihmal etmedim.

"Sen mi çarptırdın? Doğruyu söyle."

"Ne? Gerçekten serçe parmağını sehpaya mı çarptın Nisa?" diyerek kahkaha atmaya başlayan Funda'ya öldürücü bakışlarımı yollarken o çoktan evden çıkmıştı bile. Anlık acısını unuttuğum parmağım ve dizim aynı anda zonklayınca sinirden kahkaha atmaya başlamıştım. Kahkahamı durduran şey çalan telefonum olmuştu. Arayan öküz erkek kardeşim Yuşa idi.

Sakar DadıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin