Selam! 😁
Bu bölüm bir değişiklik yapıp Ömer'in ağzından anlatmak istedim.
Umarım beğenirsiniz :)
Bölüm sonunda görüşürüz 😉
Yorum yapmayı unutmayın lütfen 🌸
Evimde oturmuş çizim yapıyordum. Her canım sıkıldığında, her kalbimde nedenini bildiğim veya bilmediğim bir sıkıntı kendini belli ettiğinde bunu yapardım zaten. Çizdiğim her ayakkabıda anlatırdım duygularımı. İçimden geçenleri insanlara değil de kalem darbelerime anlatırdım. Biliyorum çünkü beni yargılamayacaklarını. Çizimlerim bana şimdiye kadar bir kere bile ' çok soğusun Ömer' demedi. Aksine benim ruhumu sakladı kendi içine.
Hoş... Bu ayakkabılara da en çok bana ' Çok soğuksun, Çok sertsin' diyen insanlar ilgi gösteriyor. En çok onlar alıyor. Bir de bana ne kadar güzel oldukları hakkında övgüler yağdırmaları... bazen kendimi tutamayıp gülesim geliyor.
Kendi kendine düşünüyorum da, en son bir karara varıyorum. Demek ki mühim olan duygu değil. Guyduyu ifade etme şekliymiş...
Tam kalkmış kendime bir kadeh kırmızı koyacakken bir ses geldi kulağıma. Ne olduğunu ve nereden geldiğini başta anlayamasam da en son kapıdan geldiğini anladım. Tam şişeyi ve kadeği mutfak tezgahına bırakıyorum ki bu sefer diğerlerine nazaran daha güçlü bir ses geldi kulağıma. Sanki bir şeyin kapıya çarpması gibi.
Hemen adımlarımı salona yönlendirdim. Ne ile karşılaşacağımız bilemezken kapının kolunu yavaşça açtım.
Karşımda gördüğüm görüntü beni şoka uğratırken hemen kendime gelip neredeyse baygın olan Defneyi kucağıma aldım.
Dışarıda yağan sonbahar yağmuru yüzünden sırılsıklam olmuştu. O rengini çok sevdiğim kızıl saçları kahveye yakın bir tona bürünmüş ve yüzünün bir kısmını kapatmıştı.
Parmak uçlarım ile yüzünün üzerindeki saçları çektim. Bu sırada başındaki ufak yara izini farkettim. Benim sıcak olan parmaklarımın aksine yüzü adeta buz gibiydi. Hiç vakit kaybetmeden hemen ellerini ellerimin arasına aldım. Ellerinin de yüzünden farkı yoktu.
Ateşi çıkmamalıydı. Tabi bunun için üzerindeki ıslak kıyafetlerden kurtulması gerekiyordu.
Hemen telefonu cebimden çıkarıp Şükrü'yü aradım. Telefon çalarken' hoparlör' tuşuna bastım ve Şükrü'ye bir kaç parça kadın kıyafeti almasını söylerken aynı zamanda da Defne'nin üzerindeki ceketi çıkardım. Ceketten sonra ise ilk işim ayakkabılarını ve ıslak çoraplarını çıkarmak oldu.
Defne'nin yüzüne baktığımda az öncekinin aksine gözleri hafif açıktı. Hemen yanına gittim ve
" Defne iyi misin?" diye sordum.
Konuşmaya hali olmadığından olsa gerek başını 'hayır' anlamında salladı. Ardından neredeyse fısıltı şeklinde mırıldanmaya başladı.
"Çok kötü bir şey oldu Ömer bey. Çok kötü. Nasıl yapacağım, bakamam ki ben..."
Konuşurken hala kısık olan gözlerinden durmaksızın yaşlar akıyordu. Bu kadar kötü ne olmuş olabilir di ki? Kendisini bu kadar harap edecek?. Ağlamaktan gözleri kıpkırmızı olmuş ve şişmişti. İçine giydiği beyaz gömlek o kadar ıslanmıştı ki tenini ve iç çamaşırını görebiliyordum. Dizlerimin üzerinde çöktüm. Defne ile aynı hizaya gelmiştim artık. Olabildiğince yumuşak tutmaya çalıştığım sesim ile
"Ne oldu Defne?" diye sordum.
Gözyaşları içinde 'ben' diye mırıldandı ve davamını getirmeden hıçkırıklara boğuldu. Ben hala olayı çözmeye çalışırken kapı zili çaldı. Hemen ellerimi koltuğun kenarına yasladım ve oradan güç alarak ayağa kalktım. Defne daha fazla üşümesin diye hızlı adımlarla kırmızı renkte olan kapımı açtım. Kıyafetleri geriren Şükrü'ye teşekkür edip tam kapıyı kapatmak için ittiğimde gözüme Defne'nin çantası çarptı. Hemen uzanıp onu da oldım ve öyle içeri geçtim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PATRONUMUN BEBEĞİ
ChickLit> Kitapta 'Kiralık Aşk' dizisine benzeyen yerler var. Kabul ediyorum. Zaten ben DefÖm/ ElBar hayranıyım ve kafamda tasarladığım senaryoyu Defne ve Ömer karakterleri üzerinden anlatacağım. Sadece Bi şans verin :) Ben yazar değilim . Tabiki hatalarım...