Tıbbi eldiveni elime geçirdiğimde, arka koltukta beni izleyen doktoru, önümdeki aynadan görüyordum.
Önüne bırakılmış deste parayla, görevini devretmiş ve suskun gözlerle bana bakıyordu. Onunla konuşmamı bekliyordu.
Bir şapka ve hemen altında burnuma kadar örten bir maske vardı. Üzerimde ise doktor önlüğü ve kimse, biraz sonra kapıdan çıkanın Cihan Çelebi olduğunu anlamayacaktı. Anlayacakları her yol, tıkalıydı.
Önlüğümün göğsüne asılı isim rozeti, arkamda oturan doktora aitti. Bir an, aynadan onu tekrar süzdüm ve vücut yapısında, ikimizin de benzer iriliğe sahip olduğunu fark ettim.
Son olarak şeffaf gözlüğü taktım ve artık hazırdım. Arkamda oturan doktorun sesini işitmem ile gövdemi, tamamen ona döndürdüm.
"İstersen senden önce girip, ikinci iğnesini yapabilirim."
"İğnesini yaparım."dedim.
Ona ulaştırılan toz, yüksek derecede ateş ve baygınlık geçirmesine sebep oldu. Saatine kadar hesapladığımı, ona ulaştırdığım kağıtta yazdığım için, erken saatlerde buradaydım.
Büyük bir tereddütte kaldım. Ilgaz ona verdiğini sanırken kağıdı, başka birine ulaştırma ihtimali çok yüksekti. Hatta içimdeki şüpheyi öyle büyüttü ki; sırf bu yüzde kağıtta isim dahi kullanmadım. Sadece onunla geçirdiğim bir anı yazarak, ben olduğumu anlamasını umdum.
Nihayet acile yüksek ateş ve baygınlık ihbarı ile getirildi ve isteğim üzerine acilin perdeli bölmesinden çıkarılıp, özel odaya alındı. İlk iğnesi acilde yapıldı ve ateşi düşürüldü.
Bu tozların en büyük özelliği; bir anda hissettirdiğinden fazla ateş yapması ve uzun süren baygınlık. En azından uyandıramadıklarını anladığında, hastaneye getirmeyi akıl edebilmişler.
Hastaneye geldiği dakikadan beri, onunla beraber gelen iki adam, hiçbir şekilde başından ayrılmadı. Yanında olacak ve onu yalnız bırakmayacak her anı kolladılar.
Onu, o evden çıkarabilecek en acısız ihtimal buydu. Beni o eve sokmasalar dahi, benim olanı oradan alırdım. Benim olan, mutlaka beni bulurdu.
Bu şehirde herkesi karşımda görmek, artık tahammülümü tüketir oldu. Beni daha inatçı ve daha karamsar biri yapmaya itiyordu.
Bir vermezlerse, iki alacaktım. Bir yetmezse, bin verecektim. Bir kez yenilsem, yenene kadar deneyecektim ama bitmeyecekti. Ben durmayacaktım.
Böyle biri değildim. Beni böyle biri ilan ettiler. Böyle olmamı, onlar istediler.
"Bir şey olduğunda arayabilirsin, bu odada olmam."dediğinde, önlüğün cebindeki telefonu yokladım.
Gözlerimi sakinlikle kapatarak, onayladım. Büyük bir rahatlık ve yorgunluk vardı üzerimde. Doktorun bakışları arasında odadan çıktım ve ardından, bir üst katın merdivenlerine çıkmaya başladım.
Dün geceden sonra sandığım kadar uykusuz değildim. Aksine müthiş bir gevşeme hissediyordum bedenimde. Bu sabah tüm bilincim yerinde ve bugüne tehdit olacak, en ufak bir ihtimal yoktu.
Hastane, sabahın erken saatlerinde çok sakindi. Koridordan ilerlediğimde, kapısının önünde duran adamları bir kez daha gördüm. Biri kapı yanındaki bankta oturuyordu ve ayakta olan adam ile, anlayamadığım bir şeyler konuşuyordu.
Yaklaştığımı gördüğünde, garip şekilde ayağa kalktı. Gözlerime tedirgin ifadeyle baktı. "Ne zaman çıkar, doktor?"
Onu bir an önce götürmek için sabırsızlanıyordu ama bu aklımda ikinci şüpheyi doğurdu. "Henüz ne olduğu belli değil."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LİMONLU KAHVE
Mystery / ThrillerUzun yıllardır Gazetecilik yapan Cihan, bir gün çalıştığı kurumun talebiyle Hatay'da yer alan Kızılçam Genelevi'ne, haber yapması için gönderilir. Genelevdeki sır ölümler ve kadınların yaşadığı ağır şartları yakından gözlemleme fırsatı bulur ama coğ...