"İtirafı kaç gibi yapabilirim?"diye sordum, telefonun diğer ucunda, beni dinleyen adama. Bana cevap vermek için, pek hevesli değildi.
Dün geceden beri Ilgaz'ı, bu işi halletmesi için sıkıştırıp duruyorum. Ne için olduğunu defalarca sorsa da, gizlemek zorundaydım. Yine de bunun ikimizin arasında kalacağına dair, söz aldım.
Medya ilişiliğini kullanarak, 88.7 radyo kanalının frekans yayınını yapan ekibi, sonunda bulabildi. O kadar çok itiraf varmış ki, normal bir itirafta bulunmak istesem bile, yayınlanması iki ayı bulabilirmiş.
Fakat benim yapacağım itirafın, radyoda bu gece yayınlanması için, onun kuracağı köprüye ihtiyacım vardı.
İki ay sonra burada bile olmam belki, onu bile bulamam. Cesaretim olmayabilir. Bu gece, beni dinleyeceğine inancım tam. O saatte benimle birlikte geceyi seyreden yıldızları sayacağını biliyorum. Ben bu geceleri, onunla paylaşıyorum.
Bu sabah Ilgaz'ın aramasıyla uyandım. Gece için ısrar ettiğim itirafın, yayınını yapabileceğimi söyledi. Numaramı kendilerine iletmiş ve bugün beklemede kalmam gerekiyordu.
Bunun üzerine, tam da şuan, onlardan biriyle telefon ucuydaydım. İsmini bile bilmiyorum, söylemedi.
"Gece saat iki gibi."dedi. "Net, araya alacağım saati söyleyemiyorum ama araya sıkıştıracağım. Şuan için itirafları sıralamadım fakat gece seni aradığımda, telefonunun başında olmalısın."
"Olur."dedim onaylayarak. İşimi halledeceği, her kapıyı açabilirdim. İsteksiz bir tonda devam etti. "Yayını telefonda yapacağız. Benimle konuşurken ben söylediklerini, yayın akışına aktaracağım, aynı zamanda radyo frekansında, canlı akacak. Ses kaydı bırakmak istemediğine emin misin?"
"Evet."dedim. Aslında ne konuşacağım ile alâkalı hiç düşünmedim. Bu yüzden ses kaydı bırakmak istemiyorum ve o an, beni dinlediğini düşünerek konuşmak istiyorum. 5. Gün. Kendim ile verdiğim mücadeleyi beş gündür sürdürüyorum.
"Peki akşam ararım, seni. İyi geceler."
"İyi geceler."diyerek telefonu kulağımdan çektim. Bu gecede emniyetin mavi duvarlarına yaslı sandalyede, geceyi geçiriyorum. Telefonu cebime koymadan önce, saatine baktım. On iki buçuğu, biraz geçiyordu.
Bakışlarımı indirdim ve bana bakan, iki asılı göz tanıdım. Elimi tuttu ve avucumu açarak, diğer elini de telefonla konuştuğum elimin üzerine koydu. Şimdi onun iki eli de, benim iki avucumun üzerine duruyordu.
Küçük ellerini, avucumun üzerine koyduğunda, ellerinin ne kadar ufak ve hafif olduğunu fark ettim. Elleri soğuktu. Emniyet binası sıcaktı ama onun elleri, hiç ısınmamıştı.
Sağ elini avucumdan çekip, sol avucuma bir şeyler çizer gibi dokundurdu. O kendi kendini oyalayabiliyordu, benim yaptığım hiçbir şey yoktu.
Elleri öylesine yumuşak ve parmakları çok küçük...günahsız, saf bir çocuğun elleri altındaydım. Ona olan bakışlarım, hep kırıldı.
Pembe küçük montun fermuarı açık, içindeki beyaz kazağın ise yaka kısmı çok kalındı. Saçları toplanmış ve iki taraftan da, toka ile tutturulmuştu. Bakışlarını avuçlarımdan kaldırdığında gözlerime baktı. Kahverengi gözleri, çok canlı bakıyordu.
Onun için aldığım sandviçin yalnızca yarısını yiyebilmiş, kalanını da, yanımdaki sandalyeye bırakmıştı. Oturduğum sandalyede geriledim ve ellerimi, çekmek durumunda kaldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LİMONLU KAHVE
Mistério / SuspenseUzun yıllardır Gazetecilik yapan Cihan, bir gün çalıştığı kurumun talebiyle Hatay'da yer alan Kızılçam Genelevi'ne, haber yapması için gönderilir. Genelevdeki sır ölümler ve kadınların yaşadığı ağır şartları yakından gözlemleme fırsatı bulur ama coğ...