12.BÖLÜM: "YAŞ 33"

424 41 14
                                    

2 gün sonra...

Yaklaşık iki saattimi, ara ara ciğerimi yoklayan ve nefes alışlarımı zorlaştıran, bir acıyla geçiriyorum.

Son iki gündür de, sadece sabah yokluyordu ama bu düzensiz yaşamın bir sonucu olduğunu düşünüp, boşveriyordum. Şuan ise boşvereceğim sancı kuvvetini ikiye katlamış ve oturduğum sandalyede, beni rehin almıştı.

Önümdeki tabağı bile ağız tadıyla bitiremedim ve elimde çayım, tepkisizce cama bakarak daha iyi olmayı bekliyorum.

Sabah itibariyle müdürüm ve Ilgaz'ın aramasını duymamıştım. Onlar güne erken başladıkladıkları için aramalarına yetişmek bazen mümkün olmuyor. Gördüğümde de, dönüş yapmak için biraz iyi olmayı bekledim.

Ali'nin, Pınar Sevcan dosyası için istediğim otopsi sonucunu, e postama ilettiğini bilgisayarımı açınca fark ettim.

Otopsi sonucunda pek iç açıcı bir detay okumadım. Maktul ölümüne, doğum spazmına bağlı nabız düşüklüğü, sebep gösterilmişti.

Anladığım kadarıyla, rahim üstü dev kesik, ölümünden sonra oluşmuş. İdil'in yolda Pınar'a birşey olduğuyla ilgili şüphesi, çok doğru.

Tahminleri adım adım, doğruydu. Doktor doğumu hastanede risk olarak gördü. Dolayısıyla normal doğumu denedi ama olmayınca hastaneye kadar, yolda nabız düştü. Öleceğini anladı ve başına iş almamak için bekledi. Yalnızca öleceği anı bekledi. Tam da böyleydi. Defalarca düşünecek olsam dahi, bu gerçeği değiştiremezdim.

Artık olayla alakalı bir şüphem kalmamıştı.

"Müsade var mı?"

Kafamı çevirdiğimde emlakçı elinde tepsisi ile, masamda oturmak için, onayımı bekliyordu. Meğerse çoğu günler ücreti karşılığında öğlen yemeklerini burada yiyormuş, oysa ki ben hiç denk gelmemiştim.

"Olmaz mı?"dedim sandalyede oturuşumu düzelterek. "Nerede kaldın?"

"Yukarıda bir müşteri tuttu, ondan biraz geç indim." Elindeki tepsiyi masaya bırakıp, sandalyeye oturdu. Tabağıma baktığında, çoğu duruyordu. "Ee, sen hiçbir şey yememişsin."

"Seni bekledim."dedim ama iyi olmayı bekliyordum. Yalandan masadayken birkaç lokma yiyebilirsem, iyiydi.

Onun tabağına baktığımda boş bir taraf göremedim. Ahmet zaten genelde de, pek iştahlıydı ama ilk kez bir tabağı, bu kadar dolu dolu görüyorum.

"Bugün hava pek güzel ama akşama doğru, yağış olacakmış."dedi Ahmet, camdan dışarı bakarken.

Onu izlerken yalnızca çayımı yudumlayabildim. Camdan dışarı gölgesini salmış bir güneşe, çıplak gözle uzun süre bakamıyorum. Her baktığımda, gözlerim istemsiz kısılıyor veya bir süre sonra, bakışlarımı çekmek zorunda kalıyorum.

"Hep böyle sabah güneş olsa, akşam yağsa keşke."dedim.

Bana baktığında yediğime değindirmemesi için çatalı elime  aldım.

"İştahın mı yok, hocam?"

"Biraz öyle galiba."dedim.

"Rahatsızlık mı var?"

"Yok ya."dedim geçiştirerek. "Sadece pek iştahım yok."

O kaldığı yerden yemesine devam ederken ben, elimdeki çay bardağını hiç bırakmadım. Dışarı dalan gözlerimi gördüğünde, kaba sesiyle ayıldım.

LİMONLU KAHVEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin