cotton

1.1K 69 41
                                    

29.12.2020, 11.17

bu hikâye, yukarıdaki fotoğrafın hatrına yazılmıştır ve 2000 yılında geçmektedir.

taeyong ten ile tanıştığında 17, ten'e sırılsıklam aşık olduğunu anladığında 18 yaşındaydı; ten ise ondan bir yaş küçüktü.

ten'i ilk kez okulun soyunma odasında kendinden geçmiş gibi dans ederken gördü. oradan gitmeliydi ama gitmedi, ten nefes nefeseyken göz göze geldiler ilk kez.

ten nefes nefeseyken gülümsedi taeyong'a ilk kez. ilk kez o soyunma odasında konuştular. aradan zaman geçti, ilk kez o soyunma odasında öpüştüler. biraz daha zaman geçti, ilk kez o soyunma odasında seviştiler.

o soyunma odasının duvarına isimlerini kazıdılar. o soyunma odasında geçirdikleri her an akıllarına kazındı.

birbirlerini tanıdıklarında küçüklerdi daha, çok küçüklerdi hatta. kendilerini bile tanımıyorlardı, ama nasılsa birbirlerini tanımaya cesaret etmişlerdi.

başardılar da. birlikteyken tanıdılar birbirlerini ve kendilerini. çok şey öğrendiler. çok şeyi tecrübe ettiler. birlikte güldüler ve birlikte ağladılar.

sınavlara birlikte hazırlandılar. taeyong, sırf ten'le aynı sene üniversiteye gidebilmek için bir sene mezuna kaldı. çok şey feda ettiler.

sınav sonuçları açıklandığında ve ikisi de kazandığını öğrendiğinde bir nehirin yanında uzanmış, ten kafasını taeyong'un göğsüne yaslayıp beline sarılmışken ilişkilerini ailelerine açıklama kararı aldılar.

ikisi de tedirgindi fakat kendileri için değil. ten taeyong için, taeyong ten için endişeleniyordu. hava kararana kadar orada uzandılar. ikisi de eve gitmek istemiyordu, alacakları tepkiyi biliyorlardı çünkü.

ama bir şekilde kalkıp yürüdüler evlerine.

taeyong ten'in evinin sokağına girmeden önce sımsıkı sarıldı ten'e. "merak etme, hiçbir sorun çıkmayacak. iyi olacağız." dedi.

ten inandı, belki de sadece inanmış gibi yaptı. taeyong biraz daha cesur davrandı.

eve girdikten beş on dakika sonra, annesi, babası ve ablası çok büyük olmayan ve sarı bir ışıkla aydınlatılan, bunaltıcı havasından dolayı girmek bile istemediği salonda otururken hemcinslerinden hoşlandığını söyledi taeyong.

ten adında güzeller güzeli bir sevgilisi olduğunu söylemeye dili varmadı. taeyong'un babası biraz delidir, ten'e bir şey yapar diye korktu.

taeyong'un babası delirdi, vitrinde duran bibloları kırdı. bağırdı, hatta öyle bir bağırdı ki taeyong, ten'in evinden duyulur da ten korkar diye korktu. evlerinin o kadar yakın olmadığını bilmesine rağmen.

annesine baktı taeyong, annesi ağlıyordu. "neden ağlıyorsun anne?" diyemedi. "ben ölmedim anne, bana bir şey olmadı ben yaşıyorum neden ağlıyorsun sen?" diyemedi. dolmuş gözleriyle bakabildi sadece annesine.

babası "benim senin gibi bir oğlum yok, siktir git bu evden. geldiğimde burada olursan, seni elimden kimse alamaz!" dedi kapıyı çarpıp çıkmadan önce.

taeyong bunu bekliyordu, şaşırmadı. hızlı adımlarla odasına yürüdü. bavulunu aldı, tüm kıyafetlerini sığdırmaya çalıştı. o sırada ablası geldi odasına, kapının pervazına yaslandı.

onun da gözleri doluydu ama taeyong biliyordu ki annesininkinden farklıydı bu gözyaşları. ablası taeyong'u severdi, taeyong da ablasını. en çok ona güvenirdi, ne zaman bir derdi olsa ona söylerdi.

ten'i de biliyordu ablası. bugünün bir gün geleceğini ve taeyong'un gideceğini de. işte bu yüzden gözleri doluydu.

taeyong gülümsedi ona beceriksizce ve eşyalarını toplamaya devam etti. kıyafetlerini ve ayakkabılarını bavuluna; biraz birikmiş parasını, ten'in en sevdiği kitabını, mp3 çalarıyla kulaklığını ve birkaç eşyasını daha sırt çantasına koydu.

en son yatağının yanında eğildi ve yatağın altından siyah bir kutu çıkardı. ten'ine dair her şeyi sakladığı bu kutuyu da sırt çantasına koydu dikkatlice.

sonra baktı odasına. bu kadardı. şimdi çıkıp gidecekti.

ablasına ilerledi, sarıldılar. ablası ağlıyordu; taeyong ona hiç kıyamazdı, burnunun direğinin sızladığını hissetti. ayrıldıklarında avcunun içinde sımsıkı tuttuğu parayı taeyong'un avcuna bıraktı. yıllardır biriktirdiği çeyiz parası olduğunu biliyordu taeyong.

"olmaz abla, alamam ben bunu." demek istedi ama diyemedi, ihtiyacı olacağını biliyordu çünkü. minnettar olduğunu da dile getiremedi, getirse ağlamaya başlardı. ablasının gözlerinden anlamasını istedi.

"kendine ve ten'e, iyi bak taeyong. tamam mı? ve burada bir ablan olduğunu unutma." taeyong kafasını salladı, konuşamadı yine. sımsıkı sarıldı sadece ablasına.

daha fazla oyalanamazdı bu yüzden ablasından ayrılıp kapıya ilerledi. ne dönüp evine, ne de annesine baktı. cebinden çıkardığı anahtarı yanından geçtiği sehpanın üstüne bıraktı.

kapıyı açıp çıktı evden. bahçedeki saksıların birinden bir papatya kopardı. yürümeye başladı. şimdi ne olacak bilmiyordu.

when the wild wind blows, taeten Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin