Selam en karanlık denizimin beyaz yüzlü yakamozu, aklım bugün yine buhranlı gelgitlerinle dolu. Düşünmekten bitap haldeyim yine şu uzak geleceğimin pembe bulutlarını, olsun. Her günümde yeni bir sonbahar ile yağıyorum yazdan kalma kurak dudaklarıma. Bazen sana, çoğunlukla kağıtlara ağlıyor ellerim, lâkin üzülmüyorum. Naçar arkada kalmış, tozlu yolların ufkunda yürür halde bırakmış iken benliğimi kendimi izliyorum. Aşkım dökülmüş yollarına her bir damlasında minik mantar bulutları ve haykırışlarla. Biliyorum benim olamayacak kadar iyi, gerçek olamayacak kadar güzelsin üstelik. Tabi ben akıl sağlığımı yitirmek pahasına bakıyorum gözlerimi dikmiş zihnimdeki deliliğe eş yansımana, alamıyorum geri bakışlarımın hürriyetini. Kalben esirken ne faydası var ki boşa bakışlarımı kaçırmanın gerçi?
Kalp kırıkları ve kan damlaları dolu geçmişin yolları farkındayım. Bazen ben de düşünmüyor değilim, neden hep yara verenlere olur insanın tüm ilgisi, sevgisi? Hiç de mutlu bitmemiş, bir sonra ermemiş çıktığım yollar, gerek benden, gerek elden. Bir an için vazgeçsem yürümekten, düşünmekten, sevmekten, sevilmekten; öylece beklesem şu madem denizinin ıssızlarında sallanan gönül sandalımda, bıraksam yaşamayı umarsızca, duymasam adının tınılarını yankılanan virane zihnimin ücralarında, sanki olmasam ben her şey yoluna girecekmiş gibi geliyor hani, bazen kendimden kaçmak, birilerine sığınmak gibi mülteci isteklerim peydah oluyor bu hayat denen malum kârhanede. Ne fayda eder diye soracak gibi oluyorum kendi kendime, mantığım tam devralmak üzere hamle ediyor nöbeti ki; gözü dönmüş bir sisin ipek perdelerini aralıyor tüm tartışmalarımızdan çıplak düşünselin. Haydi gel de çık işin içinden, sandalım ansızın devriliyor ki acımasız bir alabora hâli hakimiyet kuruyor iken merkezinde bilincimin. Boğuluyorum vahşice kül tablası denen mezarlığa bastırılmış, dertten farksız bir izmarit misali...
Kendime geldiğim, hayatımın kontrolünü kazandığım yanılsamasına bir an olsun daldığımda kısır döngü dehlizlerinde uyanıyorum, aynı hikayenin mutsuz bitişine şahit üç nokta misali ironik ve bitişten yoksun bir yalancılıkla Butler cehennemi yaşıyorcasına; benim için şekil alıyor icat edilen tüm işkenceler. Senden yoksun bir cennetten ise sana dair bu cehennemi tercih ediyorum her seferinde sanki, neden? Niye? Bu kadar mı nefret ediyorum kendimden? Yoksa bu cehenneme aşık olacak kadar mı muhtacım sana? Gülümsüyorum; çok iyi biliyorsun bir cevap vermeyeceğimi bu hüzünlü buluta.
Fark etmeyecek belki ama şunu söylemeliyim sanırım; izin vermeyeceğim ben bu cehennemi yaşamaya mahkumken senin aldığın cevapların cevapların rahatlığıyla cenneti yaşamana. Bilirsin; ateş birlikte yanında güzel her bir anında. Merak etme, asla kim olduğunu da öğrenemeyeceksin bu satırlarda, hayatını harcasan da benim gibi arafın barındırdığı her bir saflığın doğuşuna. Ben her zamanki gibi devam edeceğim yazmaya. Sulayacağım cennetimizin kapısına doğrulmuş aşk merdivenini. Her gün, her gece yanacağım boşa tüten bir kibrit gibi. Tekrar doğacağım küllerimden, sana anka olacağım yine, hissettirmese kalemimden akan göz yaşları merhem olacak tüm yaralarında. Baktığın her satırın o siyah mürekkebinde saklanacağım o güzel gözlerini biraz daha izleyebilmek için. Beni bir gün bile olsa hatırlamayasın diye bizzat toplayıp saklayacağım zihnindeki hatıralarımızı. Her gece yıldızları asacağım boynuna birer birer, gündüzüne ben doğduracağım güneşi her gün bıkmadan, usanmadan; fikirlerimin doğurganlığıyla.
Aşık olduğumu sandığın acıya, sana ya da kendime biçtiğim nefret kaftanına sığınarak değil, asla. Herkesin kendine has cehennemine duyduğu kabul duygusundan öte; Aşık olduğumdan bu cehenneme, hasıl olan sana ve ait olan bana...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hiç Kimseye Mektuplar
RomanceHiç gönderilmemek üzere mektup yazdığınız oldu mu? Hiç ulaşmasını istemediğiniz o içinizdeki karanlığı kağıtlara hapsetmek istediğiniz? Hiç susmaktan yorulduğunuz oldu mu? Benim oldu. Uzunca bir zaman dört duvara bakarak, özgürlüğümden bir nebze ols...