Mert Demirhan

115 82 11
                                    

Karşı evin kapısına doğru geldiler hızlıca, Derin hemen zile bastı. Yaşına göre hızlı uzayan boyu ve bunun üstüne birde çok inatçı bir çocuk olması, herşeyi kendisinin yapması demek oluyordu. Onun lügatında 'sen küçüksün yapamazsın' , yoktu. Mert kapıyı açtığı an , Derin onları unutup bir anda içeriye hücum etti. Melek hanım'ın küçük beyaz yeşil mavi gözlü cins kedisi olan tatlış somonu'nu görünce onları beklemeyi, yada içeriye davet edilmeyi düşümedi. Art arda sorular yağdırmaya başladı Melek hanıma
"Melek teyze, somonu veterinerden getirmişsin. Bu artık sağlıklı mı demek? Yani tekrar burada kalacak öyle değil mi? Ben sevmeye gelebilir miyim?"
Pınar onu onaylamayan gözlerle baktı. "Ablacığım dur bir nefes al soru yağmuruna tuttun Melek teyzeyi"
Melek hanım gülerek konuşmaya dahil oldu "aaaa ben Derin'in huyunu bilmez miyim? Hem ben biliyorum o çok seviyor somonu"
Sitemkâr bir sesle Mert'de dahil oldu
"Evet abisini falan unuttu somon beyi görünce hayır bu tüy yumağında ne buluyorsunuz anlamıyorum ki?"
Somonu kıskanırken çok tatlı oluyordu.
Ama derin bunu önemsemedi. Bir cevap beklediğini anlaması için Melek hanımın etteğini çekiitirip, kocaman gözleriyle ona baktı. Durumu fark eden Melek hanım;

"Evet canım veteriner hanım ilaçların ona iyi geldiğini ve klinikte durması için hiçbir sebep kalmadığını söyledi. Bende yıllık izinmden kullanıp mesaiden kaçtım ve Somonu evine getirdim."

Melek hanım Pınar'a döndü "bu arada hoş geldin benim güzel kızım" diyip bir süre hal hatır ettikten sonra "siz yukarıya geçin Derin'e ben bakarım" dedi

Sohbet ederek, merdivenlerden yukarıya çıktılar. Mert'in odasına geçtiler, odası savaş alanına dönmüştü. Yatağı üzerindeki örtüler, yastıklar, masasında ki kalemler,silgi parçaları, not kağıtları, etraftaki gömlekler, ceketi, pantolonu, odası adeta muharebe meydanına dönmüştü. Pınar söylenerek yatağın üzerindeki dağılmış nevresim takımını düzeltti. "acaba burada hortum falan mı çıktı? Bunun başka bir açklaması olduğunu pek zannetmiyorum Mert'ciğim"

Mert'de hemen etraftaki kıyafetlerini topladı. O sırada Pınar hala söylenmeye devam ediyordu. "Seni alan yandı, bir kere bu kadar dağınıkta olunmaz ki hani"
Mert gözleriyle onu süzdükten sonra "o zaman bende beni böyle kabul eden birini alırım"
Pınar bir ona birde elinde kabartmakta olduğu yastığa baktı. Kabarttığı yastığı Mert'in yüzüne fırlatırken"Ukela seni!"diye bağırdı. Ardından bir hışımla bir yastık daha fırlattı ve devam etti.
"Hem almak falan da ne demekmiş? Kaçıncı yüzyıl da yaşıyoruz? Buraya bir sürü feminist getiririm görürsün o zaman!"

Mert Pınar'ın ona attığı yastıkları güzelce kabartıp, yatağana düzgünce bırakırken. "Tamam, tamam feminist tehdidiyle beni yeterince korkuttunuz hanımefendi pes ediyorum."

Pınar yenilgiyi kabul edip, çabucak beyaz bayrak çeken Mert'e bakıp gülmeye başladı. Gülüşü o kadar tatlı ve iç ısıtan bir gülüştü ki, onu izleyen Mert'de gülmeye başladı. Bir an duraksadı. "Gülerken yanağında oluşan o gamzeleri o kadar çok seviyorum ki, sen bana hep o gamzeleri göster diye bütün yenilgilere razı olurum." diyiverdi.

Bu güzel sözler, Pınar'ı mest etmişti. Öyle ki yanaklarına birer alev parçasının düştüğünü, yüzünün yandığını, kıpkırmızı olduğunu hissetmişti. Başını eğdi utancın kendisini bırakmasını bekledi. Ama bir türlü gitmiyordu. Bir an Mert'in güzel gözlerinde buldu kendini, gökyüzü gibi güzel gözlerinde. Bir çift göz insanı bu denli nasıl sarsa bilirdi? Onun ruhunu nasıl özgürleştirirdi? Utanç Pınar'ı bırakmamakta ısrarlıydı. Teşekkür edemediği için tebessüm etmekle yetindi. Ayağa kalkıp Mert'in çalışma masasına doğru yöneldi. Masanın güneş gören köşesinde onların küçükken çekilmiş fotoğrafları duruyordu. Aynı fotoğraf Pınar'ın makyaj masasının en güzel köşesinde de vardı. Çerçeveyi eline aldı. Mert'e dönüp "ne kadar şirin mişiz " dedi.
Mert fotoğrafa bakıp "evet" demekle yetindi.

Ardından koltuğuna geçip eline gitarını aldı. Kendi bestesi olan bir şarkıya başladı. Daha sözlerinden emin olmadığı için sadece melodiydi. Pınar onu dinlerken başını ellerinin arasına aldı, gözlerini kapadı,ve ruhunun huzur bulmasına izin verdi. İmkanı olsa şuan şu dakikada sonsuza kadar kalmak için herşeyi yapabileceğini düşündü. Bir müddet sonra Mert durdu, Pınar ona niçin durdun der gibi bakarken Mert "sen saçını ıslakken mi bağladın?" sorusunu yöneltti "Pınar! Hasta olasın var her halde, migrenin tutacak yine, görecem o zaman ben seni."
Pınar oldukça şaşırmıştı. Aslında bir yandan da onu düşünen birinin varlığı da hoşuna gitmişti. "Tamam kızma hemen eve gidince kurularım, hem yazın ne olacak kurur hemen."

Mert onun saydığı bahaneleri umursamadan banyosunda ki çekmece de duran fön makinesini alıp, Pınar'ın yanına geldi. Saçındaki tokayı çıkardı, Pınar müdahale edecek gibi oldu, hemen karşı çıktı saçlarını kuruttu. Her bir teline aşık olduğu saçlara değdi. Ellerine dolaşan kahverengi ile kızıl karışımı saçları izledi. Saçı çok güzel kokuyordu. Kokusunu doya doya içine çekti. Kuruyunca Pınar tepesinde toplayıp sıkıca bağladı tekrar. Mert ona bakınca yanlış giden birşeyler olduğunu, onun içini yiyip bitirdiğini göre biliyordu. Gözlerinin içine baktı dolu dolu "artık anlat lütfen neyin var?"
Pınar'ın kalbi ağzından çıkıp kaçacakmış gibi delicesine atmaya başladı.
İtiraz etmek için ağzını açtığı an Mert tekrar konuştu. "Bana birşey olmadı deme bilmez miyim sanıyorsun? Yanakların kızardığında utandığını, mutlu olduğun da gülümsemesen de gamzelerinin gözüktüğünü, başın ağrıdığı zaman gözlerinin şiştiğini, birşey beklerken stres olursan sağ bacağını oynattığını, canın sıkıldığında ellerinle uğraştığını, kızdığın da saçlarını kaşıdığını, en önemlisi canın yandığı zaman gülüşlerinin sahteliğini, bilmez miyim? Görmez miyim sanıyorsun?"
Elini Pınar'ın yanağına götürdü yüzünü okşadı ve devam etti. "Lütfen anlatır mısın?"

Mert'e sonsuza dek güvenirdi. O asla kimseye birşey söylemez, sırrını Pınar'dan daha iyi saklardı. Anlatmak istedi,olanları yaşadığı ızdırabı haykırmak istedi.
Olmadı...

Birşey içindeki birşey engel oldu, diyemedi. Gündüz ki acıdan daha farklı bir acı hisetti. Bu sefer canının yanması gördüklerinden değil, ona anlatamamaktandı.
Sustu, sustular...

Sessizlik düşüncelerle doldurdu, tekrar aklını, Mert'e baktı gözlerin deki tedirginliği, korkuyu, hüznü görebiliyordu. Hiçbiri kendisi için değildi. Pınar içindi. Bunu görünce daha da acıyla doldu kalbi. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Göz yaşlarına engel olamıyordu. Oysa daha az önce güçlü olacaksın dememiş miydi, kendine? Mert onun başını göğsüne doğru yasladı. Anlatmak istediğini ama anlatmadığını görünce üstelemedi. "Geçti,hepsi geçti" biliyordu aslında geçmeyecekti. İçinde ki sıkıntı her neyse, onun ruhunu acıyla doldurmaya devam edecekti. Yine de dudaklarından başka bir söz çıkmadı, çıkamadı...

Eliyle yanağından aşağıya süzülen yaşları silerken ona baktı .
"Ne zaman güçsüz hissedersen, yanında olacağım. Söz veriyorum."
Ama nafile, gözyaşları dur durak bilmiyordu. Canını bu kadar yakan onu bu kadar hüzün girdabına iten konu neydi acaba? Yine babası hakan bey mi yoksa? O adam Pınar'ı birkez bile kabul edip, kızı yerine koymamıştı. Pınar onun için hep bir yabancı olmuştu. Bu konu aklına geldikçe öfkesi tüm bedenini sarıyordu. Elini yumruk yapıp sıkmaya başlamıştı istemsizce. Pınar Mert'in elini görür görmez, eliyle müdahale etti " yapma" dercesine baktı gözlerine. Ardından başını kaldırdı. Gözyaşlarını sildi. Ona tebessüm ederek "iyi ki yanımdasın, hep yanımda ol. Olur mu?"
Artık daha iyiydi. Sığındığı liman onu birkez bile yarı yolda bırakmamıştı. Bugünde bırakmadı ve o tekrar yüreğinin nasıl güzel bir insana düştüğüne şahit oldu....

PERÌODOSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin