Kelimelerin ruhlarını öpen kıza... @despiritus
16. Bölüm
Gözlerimi açınca klişeleşmiş pembe dizilerdeki gibi beyaz boyalı duvarla karşılaşmak istiyordum. Koluma beyaz pansuman bandıyla sabitlenmiş şeffaf bir boru yanımda duran metal serum şişesine doğru uzanmalıydı. Başucumda çiçekler olmalıydı ve ben, yüksek ateş nedeniyle günlerdir burada baygın yatıyor olmalıydım.
Tüm bu hayalin aksine korkudan kaskatı kesilmiş göz kapaklarımı aralayınca bana doğru bakan Eren'i gördüm. Meraklı gözlerini benden çekip üzerimde duran Rüzgâr'a, baygın Rüzgâr'a, çevirdi. Boğazıma tırmanırcasına hızlı çarpan kalbimi yatıştırmaya çalışarak "Çek onu üzerimden," dedim Eren'e.
Eren dediğimi ikiletmeden hemen öne atıldı. Rüzgâr'ın kol altlarını kavrayıp birkaç metre ileriye sürükledi. Kalkmak için yeterli gücü topladığımdan emin olunca yerimde doğruldum. Dizlerimi kendime doğru çekip daha fazla güç toplamaya çalıştım. Eğer şu an ayağa kalkarsam biliyordum ki en fazla üç saniye ayakta durabilirdim.
"Ne yaptın sen," diye sordum Eren'e bakmadan. Bedenim ürkekçe titremeye başladığında iştahım da beni zorlarcasına tepiniyordu. Daha bu gün beslenmiş olmama rağmen bu his, sanki sırasıymış gibi, şu an sesini yükseltiyordu. Onu arka planda tutmaya çalışıp yeniden bağırdım. "Eren ne olacak şimdi?"
Eren ucuna susturucu takılmış silahını üzerindeki montun iç cebine yerleştirdi. "Sakin ol," diye mırıldanırken önüme çömelmişti bile. Elleriyle titreyen omuzlarımı tutarken gözlerimi kendininkileriyle aynı hizada tutmaya çalışıyordu.
Titreyişimi durdurmaya çalışarak "Onu," diye mırıldandım. İşaret parmağımı Rüzgâr'ın bedenine doğru uzattım. "Öldürdün," diye tamamladım cümlemi. "Sen ne yaptın?"
"Sen yapmayacak mıydın zaten," diye sordu Eren. Ona inanamıyormuşçasına baktım. "Ne yapacağız peki?" İki elimi saçlarımın arasına geçirip toz içinde kalan derimi kaşıdım. "Üst katta bir sürü itfaiyeci vardı."
Eren ellerini omuzlarımdan çekip gözlerini ovdu. Buraya gelene kadar maruz kaldığı duman yüzünden gözleri kızarmış olmalıydı. "Kazan nerede?"
Hangi kazandan bahsettiğini anlamam birkaç saniyemi almıştı. "Patlattığım son ampulün birkaç metre ötesinde," dedim, ardından yakıcı bir öksürük tuttu boğazımı. "Ne yapacaksın," diye sordum öksürüğü kesmeyi başarınca.
"Onu yakmamız gerek."
Bunu biliyordum. Rüzgâr, bedeni yakılana dek ölü sayılmazdı. Yine de onu yakmak içimden gelmiyordu.
"Kalk haydi," dedi Eren. Ben daha kalkmak için yeltenmemişken Eren, Rüzgâr'ın bedeninin yanına varmıştı bile. Ona doğru baktığımı görünce "Gelsene," diye bağırdı.
Eren'in yüksek sesi beni irkiltip kendime getirince hızla yerimden kalkıp yanlarına gittim. Yanlarına vardığımda Eren, Rüzgâr'ın ceplerini yokluyordu. Eline aldığı telefonun ekran kilidine basınca yayılan ışıkla birlikte yüzü aydınlandı. Kaşlarını çatmıştı. Birkaç saniye ekranı inceledikten sonra kilitlemek için kullanılan tuşa basıp telefonu bana uzattı. "Ne yapacağız bunu," diye sordum telefonu alırken.
"Yanımıza alacağız," dedi Eren. Ardından çömeldiği yerden kalktı. "Bana yardım et, Rüzgâr'ı taşımamız gerek."
Eren'in söylediklerini onaylayıp Rüzgâr'ın telefonunu kabanımın iç cebine koydum. Eren, Rüzgâr'ın kollarını tuttuğunda ben de ayak bileklerini kavradım. "Çok karanlık burası, dikkat et Eren," diye mırıldandım. Eren bana cevap vermeyip ilerlemeye başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
"Bırak Ruhun Aşka Düşsün"
Viễn tưởngKalbimiz tüm gücüyle kan pompalarken aslında yapmak istediği tek şey içinde barınan ve korumak istediği ruhu yaşatmaktı. Ruh korkardı, korkutmayı biliyorsan; ruh çalınabilirdi, çalmayı biliyorsan ve ruh avdı, çevresinde avcılar olan. © Telif hakları...