Kaç kişi gerçekten önemsiyor, bilmiyorum fakat finale son iki bölüm kaldı. Bu iki bölümün sonunda burada yayınladığım ilk hikayem, yani BRAD, bitmiş olacak. Buruk bir mutluluk var içimde.
29. Bölüm
"İşte orada, içerideler! Arabaları evin önünde!"
Avcılar arasındaki en uzun olanı evi işaret edip koşmaya başladı. Diğer Avcılar da onun işaretiyle birlikte zaten koşar adım olan yürüyüşlerini durdurulamaz hale getirmişti. Koşanların arasına son katılan ben oldum, koşmak için Ozan'ın da koşmasını beklemiştim.
Evle ilgili tüm bildiklerimi -kalanların tam sayısı, evdeki odalar, görebildiğim kadarıyla kullanılabilinecek silahlar- Avcılar ile paylaşmıştım ve kendi türümü, düşmanlarına satmıştım. Bununla ilgili içimde pişmanlık yoktu, insanların ruhlarını avlamaktan nefret ediyordum. Canavarın teki olmaktan, birilerinin duygularını kökünden koparıp atmaktan tek fiil ile nefret ediyordum.
Nefes nefese eve ulaştığımda kapının kırık bir biçimde yerde yattığını gördüm. Hemen onun birkaç adım ötesinde ikizlerden lacivert saçlı olanı duruyordu, onun ardında ise Emir Duman'ın başsız bedeni vardı. Dudaklarımın arasında oluşan çığlığı yutmak için kendimi sıkıp salona doğru koştum.
Gelen sekiz Avcı'dan ikisinin cansız bedenini gördüm bu sefer. Biri duvarı kaplayan tablonun hemen altındaydı, boş bakan gözleri her an saldıracakmış gibi bana dönüktü. Diğer ceset ise, kanlar içinde genişçe bir koltuğun kenarından sarkıyordu. Kavga burada başlamış olmalıydı.
Kalbime bolca cesaret depoladım. Kapının yanında diz hizama kadar gelen porselen bir vazo duruyordu, ikinciye düşünmeden onu elime aldım ve evdeki seslere kulak kabarttım. Duyabildiğim kadarıyla bağırış sesleri üst kattan geliyordu. Hızlıca merdivenlere yöneldim.
Daha basamakları yarılamamışken taşlaşmış bakışlara sahip olan çiftteki adam ayaklarımın önüne düştü. Ardından gelen Avcı beni görünce duraksadı. Gözlerimiz birkaç saniyeliğine kilitli kalmıştı fakat gözlerindeki ön yargıyı görmek için bu bana fazla bile sayılırdı. Elimdeki vazoyu düşünmeden ayaklarımın önündeki ruh emicinin yüzüne geçirdim.
Vazo parçalara ayrılmıştı, parçalardan çoğu adamın yüzüne batmıştı. "Devamı senin," dedim halen bana bakmakta olan Avcı'ya. Ardından ayaklarımın önünde yatan baygın adamın üzerinden atlayıp hızlı adımlarla basamakları tırmandım. Üst kata ulaşır ulaşmaz Ozan'ı aramak için odalara bakınmaya başladım.
Göz attığım ilk odada iki Avcı, birinin elinde -az önce kafasının kesildiğine emin olduğum- adamın karısının kafası duruyordu, vardı. Bu sefer korku ya da gerginlik hissi dolanmıyordu damarlarımda. Bana evlerini açan insanlara ihanet etmenin suçluluğu da değildi bu. Midem bulanıyordu, bu manzaraya şahit olduğum için bir daha huzurlu uyuyamayacaktım belki de...
Odanın kapısını yarıya kadar çekip çıktığımda midemdeki ağır yük beni aşağıya çekmeye başlamıştı bile. Bir elimi mideme bastırıp ilerlemeye devam ettim. Birkaç adım ilerimdeki odadan konuşma sesleri duyunca oraya kadar ilerledim. Açık olan kapının yanında durup yavaşça içeriye baktım. Eren, Ozan ve tanımadığım bir Avcı ile diğer ikizin cesedi vardı. "Dışarı gelin," dedim sessizce. Gözlerimi cesetten çekmem çok zordu, kafası kopmuş bir bedeni her gün görmüyordum.
Ozan, lafımı ikiletmeden yanıma geldi. Kolunu belime dolayıp beni kendine çekti. "Rengin solmuş," diye fısıldadı kulağıma. "Hadi aşağıya inelim!"
Ona karşı koyacak gücüm yoktu. Bende onun lafını ikiletmeden yürümeye başladım. Bizim aşağıya indiğimizi gören Eren, diğerlerine de seslenip salonda toplanmamızı söyledi. Herkesin üzerindeki tatlı zafer heyecanını görebiliyordum, başarılı bir baskın vermişlerdi. İki Avcı kaybetmiş olsalar da zaferlerinin karşılığında bu bedeli ödemekten üzüntü duymuyorlardı.
Salonda toplandığımızda, bir ruh emici ve yaşayan altı Avcı, tam bir ekip gibi görünüyorduk. Bu kavgada herkes üzerine düşeni yapmıştı; bende beklemedikleri bir ışık görmüş ve benim gibi birini kendi aralarında görmekten mutluluk duyduklarını söylemişlerdi.
"Bitti değil mi?" diye sordum Ozan'a dönüp. "Bundan sonra sorun yok, eve gidip her şeyin yoluna girmesini izleyeceğiz..." Ozan cevap vermek için dudaklarını aralamıştı ki varlığını unuttuğumuz birinden gelen cevap hepimizin dikkatini dağıttı.
"Maalesef Mira..." Rufus öfkeli gözlerini kendinden emin bir biçimde üzerime dikmişti. Elinde mutfaktan aldığı bıçak ile salonun girişinde duruyordu. Aramızda birkaç adımlık bir mesafe vardı. O bıçakla herhangi bir saldırı gerçekleştirene kadar engellenirdi fakat delirmiş gibi çıkan ses tonu, bizi ondan uzak tutuyordu.
"Hiçbir Ruh Emici intikamı alınmadan ölü sayılmaz," dedi birbirine kilitlediği dişlerinin arasından. Ardından elindeki bıçağı hızla bana doğru fırlattı. Kendimi savunmak için ne yapmam gerektiğini bilmiyordum, yapabildiğim tek şey ellerimi yüzüme bastırmaktı.
İçimden yavaşça saymaya başlamıştım, böylece bıçak bedenime saplandığında acıyı duymayacaktım fakat geçen on saniyenin ardından bedenimde hiçbir acı hissetmemiştim. Ellerimi yüzümden çektiğimde birkaç adım ileride, göğsüne saplanan bıçakla yatan Ozan'ı gördüm.
Asıl o an acıyı duymuştum.
Yalnızca bedenimde değil. Kalbimde, ruhumda, zihnimde...
![](https://img.wattpad.com/cover/9309156-288-k96393.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
"Bırak Ruhun Aşka Düşsün"
FantasiKalbimiz tüm gücüyle kan pompalarken aslında yapmak istediği tek şey içinde barınan ve korumak istediği ruhu yaşatmaktı. Ruh korkardı, korkutmayı biliyorsan; ruh çalınabilirdi, çalmayı biliyorsan ve ruh avdı, çevresinde avcılar olan. © Telif hakları...