30. Bölüm
Her insan bir kitaptır aslında. Kimileri bolca resimlidir, kimileri tıpkı bir ders kitabı gibi boğucudur. Bazı insanlar kuşe kâğıt kokar, bazıları ise plastik tutkal. Roman olmak insanlar için zordur. Saman rengi sayfalara, özenli sayfa dizimine ve hakiki kitap kokusuna sahip olmak her insan için kolay bir şey değildir.
Kalın bir cildin, yani kalbin, yanı sıra o kokuyu hak edecek temiz bir ruha sahip olmak gerekirdi.
Ben bunlardan birine sahip miydim, bilmiyorum. Beni, roman olarak gören bir çift göz vardı karşımda kapanmak üzere olan.
Elim Ozan'ın kalbinin üzerindeydi. Bıçağı çıkarmıştık fakat yaranın olduğu yer inanılmaz bir hızla kanıyordu ve her bir damla benim bedenimden çıkıyormuşçasına değerliydi gözümde. Orada yaşam savaşı veren Ozan değildi yalnızca, o kalp her teklediğinde ben bin kere ölüyordum.
Yaraya bastırdığımız ikinci hırkaydı bu, evden öyle hızlı çıkmıştık ki o anlar zihnimde canlandığında buğulu birkaç kareden öteye geçemiyorlardı. İçinde bize yardım edecek bir Avcı'nın bulunduğu en yakın hastaneye çabucak ulaşmaktı tek amacımız.
Ozan'ın gülümsemesini duymak istiyordum, bunun için her şeyden vaz geçebilirdim. Bunun için Rufus'un kafasını dişlerimle koparabilirdim. Onun işini bitirmeyi bana bıraksalardı bunu yapabilirdim. Elimde olsa zamanı geri alır ve o bıçak birine isabet etmeden onu öldürebilirdim.
Yapabilirdim...
Ama şu an kucağımda Ozan'ın başı vardı, koltukta uzanmıştı, üzeri kanlıydı ve acı, beni kemirmekten vazgeçmiyordu. Dudaklarımın arasından Eren'e daha hızlı gitmesini söyleyip duruyordum. Söyleyebileceğim başka bir şey yoktu çünkü. Her şeyin bitmesini istiyordum, eve gitmek istiyordum. Ozan'ı da alıp gitmek istiyordum.
Böyle bitemezdi.
Ozan'ı sedyeye yatırıp geldiğimiz hastanenin Acil bölümünden içeri götürdüklerinde yapabildiğim tek şey sedyenin peşinden koşmak oldu. O sedyeyi, ameliyathaneye kadar koşarak takip ettim. Sonunda çöküşüm rahatsız edici hastane zemininde oldu.
Kapıdan giren çıkan eksik olmuyordu fakat kimseye Ozan'ı soramıyordum. Kötü bir şey duymaktansa hiçbir şey duymazdım. Umudumun tükenmesine izin vermeyecektim.
Saatler yerine yıllar da geçse burada oturup onun sağlıklı çıkmasını bekleyecektim. Ameliyathane kapısının üzerindeki saate baktım.
03:46
"Ölmeyecek, değil mi?"
Soğuk duvara sırtımı yaslamış, karşımdaki duvarda aynı şekilde oturan Eren'e bakıyordum. Birkaç saat içinde ne hale gelmiştik. Acının gücü bu olmalıydı. Eren'in bakışları üzerime kaydı. Bakışlarının demek istediği şeyi anlamıyordum fakat zihninde nelerin dolandığını biliyordum. İkimiz de gerçeği kendimize ispat edemiyorduk, Ozan'ı kaybediyoruz.
"Ölmeyecek Mira," diye yalan söyledi Eren. "Oradan yürüyerek çıkacak." Bir yalan daha. "Evimize döneceğiz." Bir ihtimal... "Ve bu günleri bir anı olarak zihinlerimize kaydedeceğiz."
Moralimizi yükseltmek adına inandım tüm bu yalanlara. Dudaklarıma içten bir gülümseme oturtmaya çalıştım, "Evet," deyip Eren'e inandım. Ardından yeniden saatle göz göze geldik.
04:46
"Eren... İştahımı hissetmiyorum."
Bedenime yayılan hastane soğukluğu zihnimi de uyuşturmuştu. Bu uyuşukluğun getirdiği boşlukta bir şeyin yokluğunu fark ettim... Beni köleleştiren, zihnimi ve bedenimi ne zaman isterse kendi çıkarları için kullanan adeta bedenime sığınan bir parazit gibi beni sömüren o iğrenç lanet... İştahım. Ses çıkarmıyordu, yok gibiydi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
"Bırak Ruhun Aşka Düşsün"
FantasiaKalbimiz tüm gücüyle kan pompalarken aslında yapmak istediği tek şey içinde barınan ve korumak istediği ruhu yaşatmaktı. Ruh korkardı, korkutmayı biliyorsan; ruh çalınabilirdi, çalmayı biliyorsan ve ruh avdı, çevresinde avcılar olan. © Telif hakları...