13. Bölüm

720 109 23
                                    

  Kader ortağıma :)) 

          

         En yeni haliyle: 2 Nisan 2015

  

 Zaman kavramı tutarsızlıklar ile doluydu. Hissettiğimiz yorgunluk ve bitkinlik hiçbir zaman geçen süre ile tutarlı olmaz. Omuzlarınıza çöken acıları ne birkaç saate sığdırabilirsiniz ne de birkaç güne.

 Bu yüzden yaş hesaplamaları hep tuhaf gelmiştir bana. Bedenim18’ine girerken, ruhum bunun birkaç katından daha yaşlıydı.

 Saçlarını dümdüz yapıp üzerine kırmızı bir kazak giymiş olan Derya kollarını uzatıp bana sarıldı. “İyi ki doğdun bebeğim,” diye mırıldandı yurttaki en samimi arkadaşmışım gibi.

 Ona yavaşça teşekkür edip bana doğru uzattığı, ekose desenli kırmızı kutuyu aldım. Kutunun boyu avucum kadardı. Bordo ojeli parmaklarımı kutunun kapağı üzerinde yavaşça gezdirdikten sonra kapağı açtım. Ucunda minik, lacivert bir taş olan günlük bir kolye karşıladı beni. “Yeniden teşekkürler,” dedim Derya’ya bakarak. Kutuyu kapatıp çantamın ön gözüne yerleştirdim.

 13 Şubat... Benim, 18. doğum günüm. Reşit olduğum için artık devletten hiçbir yardım beklememem gereken o gün. Birkaç dakika önce tek katlı bir pastanın üzerinde dizilmiş olan renkli mumları üflemiştim ve o andan itibaren sorumluluk adı verilen küçük yaratıklar paçalarımdan yukarı tırmanıyor gibiydi.

 “Mira artık tamamen özgürsün,” dedi mavi gözlü bir yurt arkadaşım. Çok fazla konuşmadığım için ismini hatırlamıyordum. “Sanırım,” dedim ve ardından dudaklarımın kenarlarını olabildiğince yukarı kıvırıp gülmeye çalıştım.

 Kız yeniden konuşmak için dudaklarını aralayıp birkaç saniye bana baktıktan sonra konuşmayacakmış gibi ağzını kapadı. “Görüşürüz o zaman,” diye mırıldandı yanımdan ayrılırken.

 Kaldığım yurtta bir gelenekti bu. Doğum günü olan kızların doğum günlerini akşamüzeri olunca yemekhanede kutlardık. Küçük bir pasta kesilir, hediyeler verilir ve sohbet edilirdi. Bunlar benim yapmayacağım türden şeylerdi. İnsanlardan çekiniyordum. Güzel yüzleri, güzel bedenleri ve kıvrak dilleri olan kızlardı yurttakiler ve ben yanlarında 20 yaşındaki ablasıyla oturan 13 yaşındaki ergen bir kız gibi hissediyordum.

 “Ben,” diye mırıldandım kızların oturduğu masaya doğru ilerlerken. “Artık odama geçmem gerek. Karnım kötü biraz...”

 Derya bunu benden bekliyormuş gibi gülümsedi. “Doğum günün,” dedi “Biraz daha oturmak istemez misin?”

 “İsterdim,” diye yalan söyledim. “Telafisini yaparız ama...”

 “Peki,” dedi Derya “Söz ver.”

 Derya’ya bakıp gülümserken “Söz,” diye mırıldandım. İkimiz de bu sözün tutulmayacağını biliyorduk. Sandalyeye bıraktığım küçük siyah çantamı alıp, boynumdan çaprazlama geçirdim. “Görüşürüz,” diye mırıldandım kızlara yemekhaneden çıkarken.

"Bırak Ruhun Aşka Düşsün"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin